Can Sıkıntısı

Can Sıkıntısı

Yazı – Gülizar Baki

“Canın sıkılmıyor mu hiç?” dedi. Sıkılması lazımmış gibi. “Niye sordun?” dedim. Aslında cevabını biliyorum ama onun ağzından duymak istedim argümanlarını ve peş peşe sıraladı,“Televizyonun yok mesela. Yalnızsın, aile yok, iş yok, ne bileyim işte…”

Dedim, “Televizyonu olanların sıkılmıyor mu canı, ailesi olanların ya da kalabalıkların?” Düşündük ikimiz de çaylarımızı yudumlayıp, keklerimizden birer çatal daha alarak. Devam ettim sözüme lokmam bitince, “İnsan, hayatı oyalanmak için yaşamıyor. O dediklerin can sıkıntısını engellemez. Kişinin kendisiyle ilgili bu.” O sırada aklıma Azra geldi, 5 yaşındaydı, pikniğe gittiğimiz gölette su çekilmiş, oluşan bataklıkta da ayı izleri var. Onları hayretle incelerken döndü ve “Ayıların da canı sıkılır mı?” diye sordu. Cevabımı beklemeden “Benim hiç sıkılmıyor.” dedi. Çocukça bir meraktı ama beni de etkiledi. Sahiden ayıların ve dahi hayvanların da canı sıkılıyor mudur? Bütün gün yiyecek peşinde koştur, su ara filan… Hayattaki amaçları yemek ve nesli devam ettirmekten ibaret olan hayvanlar için can sıkıntısı diye bir şey var mı? Yoksa bu insana has mı? Hatta modern zaman insanına has mı? Eski zaman insanlarının canı sıkılıyor muydu acaba? Eski zaman insanlarının hayatını devam ettirebilmeleri için günlük hayat rutinlerinde daha çok yapılacak işleri vardı. Tarım, hayvancılık, çamaşır – bulaşık, yemek, çalışmak gibi basit uğraşlar onların daha çok vaktini alıyordu. Kendilerine az vakit kalıyordu. Bir yerden bir yere gitmek bile uzun sürüyordu. Ve çoğunlukla da doğdukları yerden pek kıpırdamıyorlardı. Özellikle kadınlar. Köyde doğduysa, köyde yaşayıp ölüyordu. Başka bir mekan görmeden. Ve nasıl oluyorsa bu kadınlar dünyanın en estetik ve renkli halılarını, nakışlarını işliyorlardı. Zihinlerinde, kafiyeli yüzlerce dizelik şiirler vardı.

Modern insan daha güdük kalıyor onlara göre. Evet daha çok bilgi, eşya ve imkan sahibi ama daha renksiz. Bugünün insanının teknoloji sayesinde daha çok vakti var. Ama o vakitte ne yapacağını bilemiyor. Neredeyse hiç hobisi yok ve zihninde hiç şiir yok. Belki birkaç sevdiği şarkı dizesi… Ve yalnız kalamıyor. Yalnızlıktan korkuyor. Kendinden kaçıyor adeta. Sen bile kendinden kaçarken başkası seninle niye takılsın? Sen kendinle bile dost olamıyorken başkası seninle neden dost olsun?

Çok vakti olan modern insan işte o zamanlarda yapacak bir şeyler arıyor. Değerlendirmesi gerekiyor o vakti. “Değerlendirmek” olumlu bir kavram ve insana keyif veriyor hatta, hayata anlam katıyor. Bir de oyalanmak olgusu var ki eğer fazla vaktinde ya da boş vaktinde canı sıkılmasın diye oyalanmak istiyorsa birey, zaten olaya negatif bakıyor. O yüzden elindeki fazla vakte dair insanın nasıl düşündüğü önemli. Değerlendirmek olarak mı bakıyor, oyalanmak olarak mı? O vakti boş vakit olarak mı görüyor, kendine ait zaman olarak mı?
İnsanın bir meslek sahibi olması veya bir titrinin olması yeterli mi? Yoksa kendini anlamlandıracak başka uğraşıları da var mı? O uğraşıları için fırsatlar kovalıyor mu mesela. Yoksa mesaisi ve yaşamsal faaliyetleri dışında kalan vaktini sadece televizyon ve internet ile mi dolduruyor?

Eğlenmek ve Eylem
Teknolojinin getirdiği kolaylıklar sayesinde oluşan ‘boş zamanı’, ‘canı sıkılmadan’ geçirebilmesi için modern insana tüketim ve eğlenmek odaklı imkanlar sunuluyor. Alışverişe gitmek ya da evde televizyon, internet karşısında vakit öldürmek gibi. Sahi bu nasıl vahşice bir tanımlama “vakit öldürme”. İnsanın sahip olduğu ve kısıtlı en önemli şeylerden biri vakit. O da sistem sayesinde elinde değil insanın. Vakit çocukluktan itibaren eğitim ve çalışma bahaneleriyle zaten elinden alınıyor. Bunlar dışında kalan zamana “boş vakit” deniliyor, onun için de seçenekler sunuluyor. Bunların temelini ise eğlenmek ve
tüketmek oluşturuyor. Neticede bugün biri, televizyonu, ailesi ve işi yoksa hele de evde yalnızsa kesin canı sıkılıyordur. Yani sıkılmalı. Öğrendiğimiz bu.

Avrupa’ya gidenlerin ilk fark ettiği hatta şikayet ettiği şeydir, dükkanların erkenden kapanması. Hele pazar günü her yerin kapalı olması. AVM’lerin bile. Olur mu öyle şey, ne yapacak bu millet! Özellikle küçük şehirlerde, kasabalarda akşam 7’den sonra in cin top oynar. Tatil için gittiğiniz bir kasabada iki dükkan gezemeden dönebilirsiniz. Kamu kurumlarının çalışma saatleri de ona göredir. Aslında amaç bireylerin kendine ait daha çok zamanı olmasıdır. Ve der ki kanun koyucular, sağlıklı bir çalışan sağlıklı bir ruha sahiptir. Bu da kendine vakit ayırabilmesinde saklıdır.

İnternet, televizyon yegane vakit geçirme araçları değildir. Hele tüketmek ve mağaza gezmek can sıkıntısını gidermez. Bir uğraş bul, kendini geliştir… Mesleğin dışında bir şeyler yap. Nitekim çoğu gelişmiş ülkede hobileri, yani mesleği dışındaki uğraşıları referansıdır bireylerin. Üniversiteye girişte bile mesela spor yapması bireyin tercih edilmesinde önemli bir unsurdur. Bu o bireyin canının sıkılmadığını gösterir. Çünkü televizyonsuz, avm’siz, internetsiz ve kendisiyle baş başa kalabilen, hele de bir uğraşısı olan birey sağlıklı demektir.

Doğduğu köyde ölen ve yaşamsal ihtiyaçları için çalışmakla ömür tüketen eski insanın, modern bireyden daha renkli biri olmasının altında yatan başka uğraşlarının da olmasıydı. Öldüğünde ardında muhteşem desenli ve renkli kilim bırakmasıydı, ezbere bildiği şiirlerdi, türkülerdi… Modern insanın öldüğünde emekli maaşı, dişinden tırnağından arttırarak aldığı bir dairesi ve bol ‘like’li facebook hesabı dışında neyi kalıyor ki geriye? İşte o kalandır onu tanımlayan.

Yazı – Gülizar Baki

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi