Kahraman Cemal
hikaye- Gülizar Baki
Yılın bu zamanı buralar daha çok karanlık ve daha çok gri olur. Yılın çoğu zamanı öyle de Kasımda daha fazla. Aralıkta daha da fazla kararıyor. Güneş terkediyor sanki buraları. Bulutlar da kalın bir perde gibi sonbaharda göğe çekiliyor, yaza kadar kalıyor. Sadece karanlık değil boğucu da oluyor bu sebeple. İnsanın şöyle perdeleri çekip, göğün pencerelerini açarak dünyayı havalandırası geliyor. Ama yağmurdan gözünü açamıyor ki insan evladı perdeleri de açsın. İşte öyle bir zamanda günün en karanlık anında mobiletine binmiş karanlıkta tarlaların arasındaki yoldan işe doğru gidiyordu Cemal. Sabahın beşiydi. Genç adam 6 vardiyasına yetişmeye çalışıyordu ve hayatta en sevdiği şeylerden biri bu işe gitme yolculuğuydu. Siyahın binbir tonuyla dolu yolunda tek farklı renk mobiletinin farıydı. Karanlığı deliyor gibiydi bu ışık. Sağı orman, solu tarlardı yolun. Orman tarafı koyu siyah tarla taraf ise büyük bir boşluğu andıran karanlıktı. Işık kara boşlukta kayboluyordu. O sabah yağmur yağmıyordu, pek soğuk değildi, hatta soba sıcaklığı vardı. Sanki biri dünyanın sobasını yakmıştı. Derin bir nefes aldı Cemal, ciğerlerine bayram ettirmek için, şimdi yerin kilometrelerce aşağısına inecekti ve böyle taze havayı 5-6 saat soluyamayacaktı. Başını göğe doğru kaldırdı, ‘Tanrım ellerine sağlık, çok güzel olmuş’ der gibi tekrar derin ve keyifli bir soluk aldı. Fakat siyahlığın içinde onun farından başka bir ışık daha vardı. İleride, bir mum alevi gibi titrek, sarı ve turuncu bir ışık halesi. Gözlerini kapatıp açtı, gördüğünden emin olmak istedi. Gözünü uzakta gözüken ışıktan ayırmadan yoluna devam etti, ışık artık sağında kalıyordu, görebilmek için sağ omzundan bakması gerekiyordu ki mobiletinin direksiyonunu sağa doğru kıvırdı. Orman yolundan ışığa doğru ilerledi. Mesaiye gecikecekti muhtemelen, ama merak insanın içini kurutan bir kurttur. Bütün gününü onunla didişerek geçiremezdi. Karanlıkta ilerledikçe ışık büyüyor ve hareketleniyordu. Burada ormanın içinde bir mahalle vardı. Ve evlerin karartıları belirmeye başlamıştı. Hatta ışığın daha doğrusu yangının aydınlatmasıyla bazıları görülüyordu da. Evlerden birinde yangın vardı. Ve Cemal eve yaklaştıkça ateş büyüyordu. Önüne geldiğinde binanın etrafını dolaştı. İçeride biri yok gibi. Çevrede de… Ya varsa? Kuzey Almanya’da orman evlerinin pencereleri küçük olur. Burası da öyleydi. Ateşin olmadığı taraftaki camları kontrol etti, kilitli. Dış kapının yanındaki camı itmeye çalıştı. Eliyle kıramazdı, etrafına bakındı. Demir bir saksı vardı, aldı camı kırdı. İçeriye girdi. Allahtan Cemal öyle iri yarı biri değildi. Kolayca sığdı, dış kapıyı açtı. İçerideki dumanı eliyle dağıtmaya çalıştı ve seslendi, “Kimse var mı?” Yangın giriş kattaki mutfakta başlamış olmalı. Ve varsa ev halkı yukarıdadır. Kapının hemen yanından kıvrılarak üst kata çıkan merdivenler de duman altı olmuştu. Ceketinin ucunu burnuna tutarak yukarı çıktı. Koridorda eline peluş ayısı bir kız çocuğuyla karşılaştı. Ağlıyordu çocuk ve sanki onu bekliyordu. Tuttuğu gibi çocuğu hemen dışarıya çıkardı. Anne ve babasına sesleniyordu kız. Komşular da şaşkın ve pijamalı evin önünde toplanmaya başlamıştı. Cemal tekrar eve koştu, üst kata çıktı, ilk girdiği odada yerde kıvranan adamı gördü. “Hadi çabuk çıkmalıyız?” Kadın yatağın diğer tarafında baygındı. Onu sürükleyerek kapıya getirdi, adamı kolundan tutup çekiştirdi. Dışarıya çıktıklarında Cemal kan ter içinde kalmıştı. Saatine baktı, 10 dakika sonra mesaisi başlıyordu. Güya erken gidip bir kahve içecekti. Şimdi geç kaldı! Cemal’in çocuk yaşta başladığı kariyerinde görülmedik şey, işe geç kalmak! Bunun için nasıl üzgün anlatamam. Emek emek inşaa ettiği kariyerinin tek hatası. Ama köpeği de içeride kalmış bu kız çocuğunun. Yalvarıyor, “Lütfen onu da kurtar?”, “Lütfeni yok bunun, tabiki de kurtarırız. O da bir can, ağlama sen yavrucuğum.” diyerek gözyaşlarını siliyor ve eve giriyor Cemal. “Olsun varsın bizim de bir kerelik işe geç gelme falsomuz. Şef şaşkındır şimdi. Heey köpekçik, neredesin? Kim bilir nerede bayıldın kaldın?” İnilti duydu sanki. Tiz ve deriden bir ses. Banyodan, küvetin içinden çıktı yarı baygın köpek. Cemal kucağında köpekle kapıda belirince kız çocuğunun sevinç nidasına pijamalı mahalle sakinlerinin alkışları eşlik etti. Cemal’in köpeği kızın babasının kucağına vermesiyle, mobiletine binip karanlıkta kaybolması bir oldu. Bari çok geç kalmasındı.
O gün Cemal’in mesaiye bir saat gecikmesi bütün madende gündem olmuş. Çalışkanlığı, disipliniyle nam salan genç Türk için olağan üstü bir durumdu. Cemal o hafta gündüz vardiyasında çalışıyordu. Erkenden çıkıp, geç geldiği için ve eve gelince de yorgunluktan uyuduğu için yangını ne eşine ne de iş arkadaşlarına anlatmaya fırsat bulmuştu. Televizyon da izlememiş, gazete okuyamamıştı o hafta. Fakat o hafta tüm ülkede karanlıktan gelip aileyi kurtaran ve sonra tekrar karanlıkta kaybolan bu kahraman konuşulmuştu. Mahalleli, yangından kıl payı kurtulan aile kahramının eşkalini veriyor ve görenin tanıyanın olup olmadığını soruyordu. Acaba o karanlık gökten Tanrının gönderdiği bir kurtarıcı melek miydi? Kız çocuğuna göre dev bir kahramandı ama mahalleli ve anne babaya göre ufak tefek bir genç çocuktu.
Neticede bir hafta sonra, kahvesini alıp kapı girişinde yığın halinde duran gazetelere göz atmak için koltuğuna oturan Cemal, şaşkınlıkla bağırıyor, kahvesi dizine ve elindeki gazeteye dökülüyor. “O benim yahu! İşte bu yüzden mesaiye geciktim.”
Bu hikayeyi annemlerden o kadar çok duydum ki şimdi dedemin mahçup ama gururlu fotoğrafını gazete kupürlerinde görünce gözlerim doldu. O anları yaşadım. Kahraman dedem! “Kahraman Cemal.” Gazetenin başlığı öyle. Dedemin orman içindeki kırmızı kiremitli masalsı evinin çatı katında hatırlar arasında gezinirken gördüm bu haberi. Küçüklüğünden beri anneme defalarca anlattırdığım ve masal gibi dinlediğim hikayeyi gazetelerden okumak çok heyecanlandırdı. Ne yalan söyleyim gururdan gözlerim yaşardı.
Anlı şanlı Alman gazetelerinde dedemle röportaj yapılmış, belediye başkanı, eyalet başkanı ve hatta dedemin çalıştığı madenin başkanı ayrı ayrı onu makamlarında kabul edip, tebrik etmiş, plaket vermişler. Fotoğrafların üzerinde dev puntolarla başlık atmışlar, “Kahraman Genç Türk.” 90’ların ortası ve Almanya’da yabancı düşmanlığının hortladığı zamanlar. Hatta bir kaç Türk ailenin evini kundaklama olayı yaşanmış. Öyle bir zamanda bir Türk işçi, hayatı pahasına bir Alman aileyi kurtarıyor. Ve izini zorla bir hafta sonra bulabiliyorlar. Karşılıksız tamamen insani duygularla yapılmış bir iyilik. Böyle övgü dolu haberlerde çalışkan dedem ne anlatıyor peki, tüm röportajlarında mesaisine geç kalmanın üzüntüsünü vurguluyor. Çocuk yaşta gurbet ellere gelip, çalışmak üzerine hayatı kurgulanmış biri dedem. Yaşamak için başka şansı yok. Mesela okumak, mesela şefkatli bir anne gibi bir şansı yok. Çalışarak var olmuş, çalışarak hayata tutunmuş.
Dedemin öyle temiz bir ruhu var ki, onun temizliği ve iyiliği göğün koyu gri perdelerini aralıyor, pencerelerini açıyor, güneşi çağırıyor, koyu siyahlık güneş aydınlığıyla yıkanıyor. Çayır havası doluyor her yere. Gideyim de dedemle çay içip şu kahramanlık hikayesini konuşayım. Deeeeede!
hikaye- Gülizar Baki