Batılınız Batsın Bayım!

Batılınız Batsın Bayım!

Hikaye: Sevde Budakçı

(Eskiden kalma bir anıdır.)

 

                                                    “Başıma kurşunlar yağardı o gece, ben durmadan delirirdim.”

Bu hikâye içinde yaşanılan tüm olaylar gerçektir. Keşke dizilerde gösterilen; duyarlı, devasa, mükemmel insan portrelerin altına yazılması gereken; “Hayal ürünüdür” levhası olsaydı ama maalesef değil…

Her şey birden başladı. Fakat bu birdenbirelik, Orhan Veli’nin, aşk sevinç birdenbiresi gibi değil. Birdenbirenin yanı başında, acımasızca bile isteye oldu her şey, yıllar içinde.

Hiç unutmam, -ki unutursam kalbim kurusun(!)- kafama kurşunlar yağdığı o akşamı. Öyle ağır bir kurşun kokusu vardı ki evin içinde, burnumun direği altı yıl geçmesine rağmen hâlâ sızlıyor. Evin içi öyle duman altı falan da değildi, hiçbirimizde swap izi de yoktu. Sadece bitip tükenmek bilmeyen bir bağrış çağrış. Büyüyen gözler, hiç kan dökülmeden oluşan kan kokusu. Fiili cinayet işlenmeden, öldürülen canım bağlılıklar. 

Neden mi? Çünkü ben Özgür, onların batıl inançlarına, hatta inanç demeyelim, uzaktan tanıdıkları batıl hazretlerine ve yaşantılarına laf etmişim. O an her şeyi hak ediyordum onların gözünde. Ne de olsa; evlat, torun, yeğen, kan bağı oluşturacak ne kavram varsa hepsinin yakıldığı bir akşamdı o akşam… İçimizdeki çatırtıların başladığı ilk an, ve son da olmayacağının göstergesi o akşam. Karşılıklı duygularımız sağlam da olmayacaktı artık. Pamuk ipliğinden hallice…

(Bir yandan konuşmalar)

-Aaaa cık cık göze bak göze! 

Ardından bir başkası:

– Ben size dedim bu kızın adını “Özgür” koymayalım diye. Başımıza anarşik oldu anarşik!

Beni bir aldı gülme tabii.

– Ne gülüyonnn kızım!

”Hiç teyze!” dedim, sadece. Oysaki neye gülüyorum, sorsam “anarşi” ne onu bilmeyecek. Ama onlar için “bilmek” kavramı bir şey ifade etmiyordu. Onların mottolarıydı bu çünkü: kulaktan dolma bilgilere itaat etmek.

Bir dakika, pardon! Siz ne sandınız kurşun dediğimde? 

Tabii ki mahallenin kocakarı kurşunu bu. Ama tek el ateşten daha kuvvetliymiş, Batıliye teyze öyle diyor. Tek atışta nazar göz ne varsa hop uçup gidiyormuş. Bir yandan delice gülüşmeler, “Kurşun döksem mezardan ikinci kocam çıkar.” bilmem neleri…

O an içimde oluşan korkuları bilseniz. Ki hep güçlü bir karakterim vardır. Ama böyle bir topluluk karşısında ne kadar zor tahmin edersiniz. Tarifi inanın mümkün değil. Sanki kadının biri dedikoduya dalacak; tencereye atacağı kurşunu ayarlayamayıp hoop beynime düşürüp yakacak, kafama tutulan beyaz sofra bezi kefenim oluverecek aniden, gibi hissediyordum. Neyse Sakin ol Özgür! Sakin de kaldım. Alt tarafı su ile kurşunun kavuşması gerçekleşecekti. Ama gel de bunu anlat o an tazecik yüreğime.

Pat pat sesi yanında, ağır içi göz göz olmuş kurşunlar yağarken kafamdan aşağı; bir yandan kocakarı Hüsniye’nin nazarını aldığımı söyleyen bir cenah, diğer yandan kurşun yetmez Ballı Baba Efendi’ye gidip çaput bağlayalım sözleri… Ballı Baba da türbe falan değil hani, bir ağaçlık. İçinde ruhumu ne varmış onun.  Hayır çaput bağlarken ne dileyeceksin ki hanım teyze. ‘’Ballı Baba şu kıza iki bi görün. Bıraksın bu fikirleri, aklı başına gelsin.” falan mı? Ne diyecekler, Allah bilir! 

Yahu bir sakin olun. Alt tarafı gece evde sakız çiğnerken, “Ne şerefsiz bir adam!” dedim. Ne bu tantana. Biliyor musunuz? Hep dedemin yüzünden. O fitilledi dün her şeyi. Sinirlerimi bozunca tutamadım kendimi. Diyor ki; gece sakız çiğneyen ölü eti yermiş. Bir de kapı eşiğinde oturuyorum, arkadaşlarımla ıslık çalıyorum diye şeytanları eve toplamışım falan filan. Akşam hem ölü eti çiğniyor, hem de şeytanları eve topluyordum dediğine göre. Söyleniyordu ha bire.  Fakat, kendisi şeytan dediği varlıkla sarmaş dolaş yatağında, haberi yok.

Evin içi minnak minnak tanrıcılıklarla doluydu o an. Herkesin her konuda bir bilgisi vardı. Ama bilgisiz bilgelikler bunlar. Batıllığın kitabını hatim etmeler ve dahası… Bu batıllığın içinde boğuluyorum. Hurafelerinden sıdkım sıyrıldı. Bunlara hurafenin atası şu desen ona tapacaklar ama sorsan hepsi hacı parfümlü süslümanlar…  Dedeeee, teyzeee diye bağırasım geliyor. Ardından bir harf değişikliği ile Asaf Çelebi gibi; “ İçindeki putları devir…” ama diyemem. Desem de kelimelerin bir hükmü kalmadı karşılıklı. Ve sevgimiz hükümsüzdür, artık.

Dedemin takip ettiği bir muhterem/siz var. (Ona göre birinci anlam, bana göre ise ikinci) Bütün aklını yedi bitirdi. Ona şerefsiz dedim ya ondan dellendiler. Hatta biri bana kara büyü yapıldığını savundu o akşam. Ben böyle bir anlatım görmedim. Sokrates’in savunmasından bile daha güçlüydü o savunma abartmıyorum. İnsan inandıkları uğruna aslan kesiliyor aslan. Ama işte inandıklarında da yanılma payı çok yüksek, ya doğru değilse… 

Bütün bu şamataların arka planı ise şu: Ben onlar gibi düşünmeliydim. Onlar gibi itaat etmeli, sorgulamadan her şeye inanmalıydım. Belli başlı doğruluk kavramlarını arka plana atabilmeliydim. Okumasam da olurdu. Hatta teyzem, sahiplik eki fazla oldu, Batıliye Hanım, “Bu kız bu kadar kitap ne diye okuyor, sanki ne işe yarayacak!” dediğini bilirim.

Veya sevdikleri biri var diyelim hani olacak iş değil ya misal: Başkasına ait, George Washingtoncukları koyacak yerleri yoktur. Aaa demişlerdir bizim evde geçen bir ayakkabı almıştım onun kutusu boştu, onda taşıyıverelim. Bakın tekrar söylüyorum olacak iş değil ya misal sadece(!) Aman canım, laf olsun diye diyorum. Neyse işte böyle bir şey suç değil dedem ve ev halkı için. Çünkü onlar birini sevdi mi, sevabıyla günahıyla seviyorlar.  “Öl desen ölürüz, yap desen yaparız!” arabesk cümlesi cumhuriyetinden bunlar. Hatta ibadet adı altında indiragandi mübah düşüncelerinde. Bunu dilleriyle söylemeseler de biliyorum. Çünkü buna bile isteye göz yumdular, yumuyorlar…

Eee şimdi bu nasıl sevmek? Üzgünüm, bu biçim bana hiç mi hiç uymuyor. Gerçi bu bir sevme biçimi ise o ayrı acı bir muamma. Hadi kurşun falan bir yere kadar, ama bu kör bağlılık. Hatta fanatik bir bağımlılık… Ve yeni çıkmış hurafe yasaları. Aman tanrım aman yani!

Kalbimden vurulduğum o masadan, görmediğim yerlerimin ağrımasına sebep olan insanlara; “Oldu olacak boynuma tasma da takın be. Ben buna dayanamam!” dedim. O kurşun olayından sonra ayrıldım o mahalleden. Tek cahiliye kurşununu yemeğe dahi tahammülüm kalmamıştı. Belki bir bomba olabilirdi. O da Ahmet Kaya’nın, ”Kum gibi” şarkısında duyabileceğim bir bomba… Ya da meşhur  İzmir tatlısı, bol çikolatalı bomba gibi bomba.

Bu arada son olaraktan, tahmini iki bin iki yüz gündür görüşmüyoruz. Ama kafamız pek rahat. Dedemin ellerinden öpüyorum. Bana hayatta kan bağından ziyade, kalp bağının daha mühim olduğunu öğretti. Şu an onlara ne söylemek istersin deseydiniz, “Bağladığınız çaputları siz görmeden gittim kestim, Ballı Babanız affetsin! ve “Batılınız batsın bayım!” olurdu. Ve aynı mahalleye tekrar gidip balkonumun demirine şu pankartı asmayı diliyorum: “Merak ediyorum, değdi mi?”  Hem, naparsın teyze eylemsiz olmazdı,  anarşiklik ruhumuzda var!

Hikaye: Sevde Budakçı

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi