Sen Gurbeti İçimize Ektin

Sen Gurbeti İçimize Ektin

Şiir: Emriye Yörük

Fotoğraf: Eugene Liashchevskyi

O kadar da güzel değilmiş bu şehir…
Hani hep derdin ya küçücük ne güzel,
İşini gücünü toparlayınca atıyorsun kendini gün ağarmadan sahile.
Çayını yudumlarken martılarla bölüşüyorsun simidini diye.
Hiç sevmiyorum artık küçük şehirleri.
İnsan kaybolmak istiyor bazen kalabalıkların arasından.
Hiç tanıdık olmayan sokaklara çıksın istiyor,
Hiçbir şey anımsatmayan,
Hiç hatırası olmayan….

Şimdi burda Pazarcı Aynur Abla’nın yüzünde bile biraz sen varsın.
Al kuzum Ege’nin doğal sofralık zeytinleri bunlar,
Bulamazsın bu fiyata bak deyiveriyo,
Sanki gözlerini tartıp önüme seriveriyo!…
Hem ucuz da değil, zam geldi her şeye çok…
Eski zeytinlerin tadı da kalmadı zaten.
Sahi oralarda nasıl zeytin fiyatları?
Duydum, salatalara konurmuş sade.
Kahvaltıda ne yiyorsun bak, bir iki lokma ile sakın geçiştirme!

Ben de işte kahveye alıştım ne olsun. Çayların da bir hatırası kalmadı hem.
Gitmiyorum da çarşıdaki Göllü Park’a.
Kırmışlar çocuklar gölün kıyısındaki oturduğumuz bankları bile.
Zaten kırtasiyenin arkasındaki çay bahçesinin yerine de
Kıraathane açmışlar, gençler hep orda görme!
Çok severdin ama kırtasiye kapanalı da hayli zaman oldu.
Kitap mitap da okumuyor ki kimse,
Gençlerin elinde bir telefon kısa videolar çekmedin derdinde.

Şehri bölen yolun kıyısındaki ıhlamur ağaçları vardı ya,
Ne güzel çiçek açardı.
Kokusu tüm şehri yaz boyunca sarardı.
Bu sene hiç açmadılar galiba,
Yoksa kokularını mı kaybettiler de kokmuyorlar eskisi gibi.
Salgın var bilirsin bir gribe yakalandım.
Belki de ondandır koku da alamıyorum.
Ama o ıhlamurların kokusunu özlüyorum çok…

Bir de ben değil de…
Bizim karşı komşunun oğlu vardı ya,
Mustafa…
Seni sorup duruyor ne zaman görse.
Matematik çalışırmışsınız beraber.
Bu sene temelli boşladı derslerini, matematikten de kalacak belli.
Bir tek sen anlatınca anlıyormuş.
Annesiyle bir kavga kıyamet, ah ne olacak bu gençliğin hali…

Remziye Teyze de iyice yaşlandı,
Nerde bu kör olası diyor senin için.
Pazardan poşetlerimi taşır, odunlarımı kırar sohbetide ne sarardı.
Bir de meşhur bir lafı var bilirsin, ‘’İnsanlık ölmüş be’’
Ah Remziye Teyze deyip tebessüm etme!
Öldü hakikaten insanlık…
Selamı sabahı bile kestiler, poşetlerinden kime ne?
Ben taşıyorum gerçi ama eskisi gibi çok şey de alamıyor garibim.

Çiçeklerim soldu, ışığa hasret kaldılar tabii.
Kaç zaman oldu güneş görmeyeli.
Bu şehir bu kadar sislimiydi ki?
Ben nasıl sevmişim aklım almıyor!
Güneştir en büyük sevdam bilirsin.
Bulutların ardından çıkamaz oldu kurban olduğum,
Yoksa o da mi terk etti bizi?
Ya da senin saçlarından doğunca mı güzeldi?

Koca güneşi sahi!
Nasıl sığdırdın çantana?
Küçük bir aksini bıraksaydın bari ardına.
Aklına koydun mu bir şeyi, taş kesiliyor yüreğin değil mi?
Gitmem lazım dedin ve gittin…
Hadi gittin diyelim de, ne diye bu küçücük şehrin fişini çektin.
Gurbet mi sanırsın şimdi gittiğin yerleri?
Sen gurbeti içimize ektin de gittin.
Yok yok sitem değil, dur bir de uzaktan uzağa küsme!
Güneş bile küsüyor gönlün kırılınca görmüyor musun?
Söyleyemeden severiz biz hem,
Sen ne kadar özlendiğini hissetmiyor musun?
Sahi döner misin olur ya bir gün?
Hepten mi kopardı yoksa bizi bu sürgün!
Neyse selam söyle bizden gittiğin yerlere
Kıymetini bilsinler,
İncindiğin yerlerinden seni incitmeden sevsinler…

Şiir: Emriye Yörük

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi