Ev Yapımı Kariyer
Hikaye: Gülizar Baki
Fotoğraf: Eyüp Beyhan
Kadınları bir rahat bıraksanız!
Eğer varsan Tanrım, çok teşekkür ediyorum. Yoksan da… Yani şu anda nasıl mutlu olduğumu sana tarif edemem. Zevkten dört köşeyim. Bir gün her canlının bu duyguyu tadacağını söyleselerdi inanmazdım. Ama tattı, her insan tattı bunu. En çok da pörtlek gözlü Safiye hala ile kem gözlü Sevim yengenin de bu hissi tatmasına sevindim. “Evde kal, sağlığın için evde kal!” Oh olsun işte, hepiniz evde kaldınız. O Sevim yengenin büyük bir iştahla annemin aklına girmesi, hele de “Maliyeden emekli, çocuğu yok. Altınova’da ise üç katlı yazlığı da varmış. Gerçi temizliği zor olur, ama yazdan yaza giderler. Nooolcek! Gül gibi koca. Yani senin kız da çok küçük değil Ayşegülcügüm. Adam kızının kıymetini bilir.” diyerek ağzını yaya yaya beni yaşlı başlı adama yakıştırması var ya… Hatırladıkça sinirden titreme tutuyor. Dünyanın en mutsuz evliliğini yaşayan bir kadının çevresindeki bekar kadınların bekarlığını diline dolaması bildiğin soykırım girişimi bence.
İstersen Boyner’lerde üst düzey yönetici ol ya da üniversitede hoca… Farketmiyor, evlenmemek, her sosyal tabaka ve kültürel çevre için büyük bir eksiklik. Ben bölüm şefi, şirketin halkla ilişkiler departmanının kurucu yöneticisi, TED konuşmacısı, doktoralı Asiye. İstediğim kadar kariyer yapayım, yakışıklı, karizmatik, zengin erkeklerle sevgili olayım, bir yaştan sonra tüm ailem, ailemin dostları, Sevim yengegiller ve tabii ki iş arkadaşlarımın gözünde en önde gelen titrim, evde kalmış olmam. Halkla İlişkiler Departmanı Yöneticisi Dr. Evde Kalmış Asiye! Üniversitede bile böyle bakıyorlar bana, biliyorum. Çünkü diğer bekar hocalara ya da memurlara dair neler konuşulduğunu duyuyorum. Kesin benim hakkımda da konuşuyorlardır. 38 yaşında güçlü, mutlu, işinde gücünde, ailesiyle iyi ilişkileri olan yani hayırlı evlat, arkadaşlarının sevdiği bir kadınım, evet, ama evlenmedim. Dolayısıyla tüm başka özelliklerim bir yana bu da bir kusur Asiyeciğim. Evlenemedin! Beceremedin yani. “Evlenmemiş!” değil dikkat edin, “evlenememiş!”. “Bunca çevresi varken, o kadar adamla sevgili olmuşken evlenememesi de ilginç. Vardır kesin bir sorunu!” Çünkü dünyada iki çeşit kadın vardır, evlenilecek, eğlenilecek.
Şirkette bile yeni işe başlayan birine beni anlatırken evlenmemiş olmamı vurguluyorlar. İşle ilgili bir sorun olsa ya da bir konuda ben itiraz etsem, insanlık hali olur da biri bana sinirlense evlenmemiş olmamı lafının arasına sıkıştırır, sorunun da ondan kaynaklandığını söyler. Daha genç zamanlarımda çatır çatır tartışırdım insanlarla, ama mesleki ciddiyetimi evlenmemiş olmama bağladıklarından beri geri duruyorum. Sosyal baskı bu konuda içten içe eziklenmeme sebep oldu.
Benimle aynı konumda ve bekar olan erkekler için aynı şey düşünülmez halbuki. Karizmatik bile bulunur. Sık sık farklı kadınlarla sevgili olmasını, cinselliği rahat yaşamasını free takılmak olarak görürler. Ama benim yaşımda bir kadın böyle yaşadığında algılar farklı oluyor. Hele kadınların cinsellik konusundaki tavrı her halükarda sorun. Bu konuda rahatsan, kolay kadın olarak bakıyor erkekler. Değilsen yani evlenmek veya ciddi bir ilişki yaşamak şartın varsa, “Ne o sen Feminist değil misin?” diye sorabiliyor. Evet evet bunu dedi birisi bana. Feminizmi kadınların cinselliği özgürce yaşaması olarak algılıyor bazı erkekler, hatta bence çoğu erkek. Çoğu kadın da feminizmi erkek gibi olmak olarak düşünüyor zaten. Bence bir rahat bırakın kadınları. En acısı da ne biliyor musun, toplumdaki bu yanlış kanaatlerin yine kadınlar tarafından güçlendirilmesi. Dillendirilmesi.
Şirkette bir Tülay var, sever ve sayarım kendisini. Bir gün o da “Asiyeciğim, elin cebinde önüne bakarak erkek gibi geziyorsun, azcık başını kaldır, bak etrafına. Domestik yanını da göster erkeklere. Gez, eğlen nereye kadar. Evlenilecek kadın olduğunu düşündür. Artık çevrendeki erkeklere de koca adayı olarak bak.” deyince, açıkçası bendeki itiraz bayrakları yarıya indi. İş ciddi. Cumhuriyet kadını Tülay da böyle diyorsa, hayat ona da Safiye hala sözleri söyletiyorsa, iş ciddi Asiyecim! Şapkanı önüne al düşün. Tülay tipik bir beyaz Türk’tür ve aileden varlıklı bir kadındır. Bizim gibi zeka katsayısının yüksek olması sebebiyle ve çok çalışmak suretiyle sınıf atlayanlardan değildi yani. Muhabbeti lezzetli görgülü bir kadındır. Yani bizim gizli rol modelimiz. Aslında o da hızlı gençlik yıllarından sonra geç sayılacak yaşlarda evlenmiş. Zaten “son anda yırttım” diye anlatır hep. Onun erkekler ve ilişkiler hakkında konuşmasını severek, hayranlıkla dinleriz. Belgesel gibi. Bana yaptığı bu nasihati de hayvanlar aleminde bir belgesel sahnesini izliyormuşum gibi dinlemiştim, “Erkeğinin dikkatini çekmeye çalışan dişi hüdhüd kuşu kuyruğunu sallayarak kur yaparken daldan düştü…” Gerçekten böyle oldu. Tülay’ın gazıyla ertesi gün kafeteryada kahve aldım ve boş bir masaya oturdum, gelecek potansiyel erkek arkadaşı daha doğrusu evimin erkeğini, kocamı bekledim. Bizim Engin geldi. Severim Engini, arkadaş gurubumdandır. O zamana kadar hiç bu gözle bakmamıştım ama pis gaza geldim. Engin’e bile yürüyebilirim. Neticede Tülay’ın dediği gibi bakış attım Engin’e. Kahvesi elinde bana doğru yöneldi. Galiba anladı. Kalbim küt küt atıyor. Sandalyeyi çekti, yanıma oturdu, etrafına bakındı, tanrım bu kadar çabuk mu? Ama Engin hiç tarzım bir erkek değil ki!
Asiye sen de mi duydun?
Neyi?
Maaş zamlarını.
…
Heeeey sana diyorum, saklamana gerek yok ya… Kimseye demem!
Şey… Yok ya… Yıl ortasında ne zamı?
İşte biz de ona şaşırdık. Sen de öyle bakınca haberin var sandım, şirket iyileştirmeye gidecekmiş…
…
Engin’in ne anlattığını dinlemedim ondan sonra. Benim “koca tavlama” bakışımı, şirket dedikodusu biliyorum bakışı olarak algılamış olması beni ziyadesiyle üzmüştü çünkü. Tam daldan düşmelik bir epic fail!
Aslında evlenmemiş olmayı şu dönemde kafama takma sebebim sadece sosyal baskı ve yaşımın geçmesi, doğurganlığımın azalması değil tabii ki. Evet itiraf ediyorum, epey uzun zamandır bir sevgilim de yok. Kadınlar için yaş ve kariyer ilerledikçe sevgili potansiyeli de azalıyor. Erkeklerde ise bu etkenlerle sevgili hatta daha genç ve güzel sevgili potansiyeli artıyor. Bense artık girls night out yapıyorum. Hafta sonu kaçamaklarım, çocuklarından ve kocalarından bunalmış arkadaşlarımla oluyor. Benim gibi hâlâ arkadaşlarımla görüştüğümde ise mevzu hep botokslar ve erkekler. Çakır keyifken olayı, ‘Artık öyle adam gibi adam yok ki evlenelim’e de bağlıyoruz.
Neticede annem ve onun komşuları, tombul akrabaları söyleyince öfkelendiğim şeyleri, şirketten Tülay söyleyince elimi çabuk tutmam gerektiğini düşündüm. Evlenmeyeceksem de en azından sevgili yapayım bari. Ama evleneyim Tanrım. Yok mu şöyle eli yüzü düzgün, aklı başında, işinde gücünde bir adam. Ben ne diyorum yahu. Asiye kendine gel! Ev kızı gibi konuşuyorsun!
Neyse işte bu psikolojideyken Tülay’ın dediği gibi yakın çevremi ve ötesini şöyle bir taradım zihnimden. Kendisi kocasını öyle tespit etmiş. Meğer yanı başındaymış. Benim de aklıma üniversitede doktora dersindeki Mehmet geldi. Uzun boylu, kel ve yakışıklı bir çocuktu. Şiir seslendirmeni gibi konuşuyordu. Çok sigara içiyordu ve bayıcı muhabbeti vardı ama karizmatikti. Ona bakış atmadım, bu sefer direkt gidip konuştum. Hadi evlenelim demedim, derslerle ilgili soru sordum, mail adresini aldım ve Facebook’tan mesaj attım o kadar. Epey yazıştıktan sonra, çok sıkıcı biri olduğu kanaatine vardım zaten. “Ama kafaya taktım evleneceğim, olmadı boşanırım.” diye kendi kendime gelin güvey olurken tesadüfen evli olduğunu öğrendim. Düşündüklerimden tiksindim resmen. Eski sevgililerimi düşünüp avunmaya çalıştım. Birkaç gün kendimle görüşmedim. Konuşmadım, sürekli çalıştım. Sonra mecburen aldım Asiye’yi karşıma ve bir kahve içtim, “Zaten ondan sana yar olmazdı Asiye, baban da çok sıkıcı bulurdu. Bu kadar ezik bir kız olma. Önümüzdeki erkeklere bakalım biz.” dedim ve barıştım. İçten içe evleneceğim adama dair babamın kanaatine takıntılı olduğumu anlamam ise beni çok şaşırttı. Sahiden genetik kodlar eğitimle, sınıf atlamakla silinemiyor. Korkarım içimde kuytuda bekleyen bir “annem” zihniyeti var.
Cumartesi akşamları buluştuğumuz kızlardan birinin eşi birinden bahsetmiş. Bankada çalışıyormuş. Tabii ki görüşürüm. Ne zaman isterse… İki saatlik görüşmeden eve ağlayarak döndüm. Şansıma tüküreyim. Böyle böyle adım, adam beğenmiyora çıkıyor. Ben ne yapayım arkadaş. Adam daha ergenliğinden çıkamamış, bir kızla buluşuyorsun konuştuğun tek mevzu, almayı hayal ettiğin evler, babanın minibüs hattının değeri mi? O hattı da öyle sık kullanıyorum ki… Belki de mor pavyon ışıklı dolmuşun sahibiydi babası.
Yine şirketten bir arkadaşımın önerdiği bir adamla yemeğe çıktım. Ben heyecandan bir şey yiyemedim, o ise benim tabağımdakileri bile ‘parasını ödeyeceğim’ diyerek yedi. Adamla bir daha görüşmedim. Birkaç tane görüşmemde de karşı taraf beni beğenmedi. Bunu demesi kolay ama yaşaması yıkıcıydı. Birisiyle bence her şey çok güzeldi, hatta yemekten sonra bir şeyler içmeye gittik, soğukta donarak İstiklal’den Tünel’e kadar yürüdük. Eve dönerken dedim galiba oldu, mesaj attım, “Çok güzel bir akşamdı.” nezaketen bile cevap yazmadı. Resmen beni ghost etti adam. Nasıl bozulduğumu anlatamam. Bizi tanıştıran arkadaşım durumu bana nasıl izah edeceğini bilemediğinden olsa gerek birkaç gün karşıma çıkmadı. Aslında ben de kendimin karşısına çıkmadın uzun süre. Annemle yine kavga ettim, hafta sonu makale yazacağım bahanesiyle adalarda otelde kaldım. Ama bana artık her şey bu mevzuyu hatırlatıyor. Ağaç dalına konan kuşlar bile çift çift. Sokaklarda ne çok el ele sevgili varmış. Ekşi sözlük’te ‘evde kalmış ezik kariyerli ezik kadın’ başlığı altına küfürlü bir şeyler yazdım. Rahatlayamadım ama…
Modernite ile ilgili hazırladığım bir makale için Zygmunt Bauman’ın Akışkan Modernite kuramını “evde kalma” olgusuna bağladığımda dedim ben deliriyorum galiba. Lütfen söyle haksız mıyım? Bauman’a göre belirsizlik ve hız içinde insan sınırlarını kaybediyor, adeta sıvılaşıyor. Modern insan hayatını oradan oraya akan bir sıvı gibi yaşıyor. Sürekli aktığı, bulduğu tüm boşluklardan sızdığı için derinleşemiyor, sığ kalıyor. Sosyal olarak da insanlar birbirleriyle ilişki kurmuyor artık, sadece bağlantı kuruyor. Hatta Akışkan Aşk diye bir kavramdan söz ediyor Bauman. Modern akışkan dünyanın sakinleri için ilişkiler, yani aşk hafif bir pelerin gibi omza konup, sonra da fırlatılıp atılabiliyor. Sen atmasan da hafif bir rüzgarda bu pelerin uçar zaten. İşte benim aşk hayatım. Yani çoğu kadının, erkeğin… Evlilikler bile öyle değil mi? Yani haksız değilim bence Bauman bile evlenememe problemini akademik bir dille anlatmış, Akışkan Modernite. Sorun bu.
Acaba iş dünyasında bekar olmanın kariyere olumsuz etkileri konulu bir tez mi çalışsam? Annem duysa kesin şöyle söylenir, “Herkesin çatır çutur çocuk yaptığı pandemide bizim kız online mastır yapacakmış! Ben ne günah işledim de bu kız başıma kaldı.” der.
Kedisiyle, köpeğiyle nikah kıyanları anlıyorum. Şu sosyal baskı insanı psikopat yapar. Arkadaş nikah kıyacağım bir kedim bile yok. Siriiii bana Sezen Aksu’dan “bir kedim bile yok” şarkısını açar mısın? Siriiii…
Ve diyordu ki: “Siz hiç öldünüz mü?
Ben öldüm, bir kere…Kronik gazetecilikten öldüm, yazarak yeniden doğuyorum…
Annem kitaplar, babam yaralarım…”