Arzuhal-ci

Arzuhal-ci

Hikaye: Mus’ab Atıcı

Fotoğraf: Tima Miroshnichenko

Bir bahar sabahı insanların koşuşturması yeni yeni başlamıştı ki, adliyenin önünde yorgunluğu ve uykusuzluğu gözlerinin altındaki morluklardan belli olan yaşlı arzuhalci ekmek kapısında -işinin başında- yerini almıştı. Önünde yıllara meydan okuyan daktilo ile sanki adliye binası sonradan onun arkasına inşa edilmiş gibi bir hali vardı. O kadar uzun zamandan beri oradaydı ki adliyenin önünde oturduğu yeri herkes kanıksamıştı. Hatta öyle ki, yağmurlu bir sonbahar sabahında hâkimlerden biri onu yerinde göremeyince merak etmiş, adliyenin önündeki diğer arzuhalcilere sormuş, cevap alamayınca da kantinci Celal’e dahi sormuştu. Yılların arzuhalcisiydi sonuçta, göz arıyordu göremeyince. Günlerce arkadaşlarına bu meselenin havasını da atmayı ihmal etmemişti doğrusu. Aslına bakılırsa çoğu kez içine kapanık bir yapısı vardı. Fazla konuşmaz, konuşunca çok düzgün bir diksiyonla, erdemli ve anlamlı konuşurdu. Boş lakırdı yaptığını gören olmamıştı. Adliye çevresindeki esnaf arkadaşları ve diğer arzuhalciler ona “Hoca” diye seslenirlerdi. Bir yandan utanırdı, bir yandan mutlu olurdu bu lakap için. Nihayetinde yol gösterici bir kimliğin karşılığıydı bu isim. 

Ne olduysa o esmer uzunca boylu delikanlının arzuhalini yazdıktan sonra olmuştu. Uzun uzun ardından baka kalmıştı delikanlının. Sanki bir şey demek ister gibiydi. İşte bu yüzden olacak birkaç günden beri normalden daha da suskundu. Yanına yaklaşan İlyas’ı bile görmedi. İlyas yine yüzünde o samimi gülümsemesi ile seslendi, “Hoca çayını getirdim. Tavşankanı. Tek şekerli.” Kısa bir an göz göze geldiler. Çayı tepsiden alırken tek bir cümlelik kısa bir cevap verdi, “Sağ olasın İlyas.” Bu durgunluk son günlerde herkesin dikkatini çekiyordu. Belli ki artık çok yorulmuştu. Emekli olup tamamen köşeye çekilme vakti gelmiş gibiydi. Arkadaşları birkaç defa söyleyecek oldular ama her defasında yanlış anlaşılmaktan korkup vazgeçtiler. Nihayetinden Avukat Serkan Bey ile konuşmaya karar verdiler. O Serkan’ı, Serkan da onu severdi. Belki o söylerse hem etkili olur hem de kırılmaz diye düşündüler. Serkan durumu anlayışla karşılayıp konuşacağını söyle. Bir mesai saati sonunda karşılıklı çaylarını yudumlarken Serkan ağzında ki baklayı çıkardı. “Hoca abi, artık yeter, ne dersin? Bak son birkaç gündür halin hal değil. Hem bak daha öncekilere de benzemiyor. Hani git birkaç gün dinlen diyeceğim ama bu defa bu dinlenmeyle filan geçecek gibi de durmuyor.” Manalı gözlerle karşısında ki genç avukata, Serkan’a baktı, “Vakti var canını sevdiğim, vakti var. Bir dava var, görülüp bitsin ben de köşeme çekilmesini bilirim elbet. Hem sen telaşlanma eski toprağım ben, baksana hala daktiloda en hızlısıyım bunların.” dedi gülümseyerek.

Aradan geçen haftalar biraz daha durgunlaştırmıştı onu. Sık sık yazdığı arzuhallerde de hata yapar olmuştu üstelik. Yine bu günlerin birinde gözlüğün üstünden bakarken caddenin başından adliyeye doğru gelen genç çifti gördü. Bir tuhaflık vardı bu manzarada, bu çift boşanmak için geliyordu adliyeye. Hemen önünden geçerlerken derin bir nefes alıp boşluğa bıraktı. Sanki nefesi, sıkışan göğüs kafesinden kaçar gibi terk etmişti yaşlı arzuhalciyi. Az önce gelişlerini izlediği gençlerin şimdi arkalarından bakakalmıştı. Ayağa kalktı önünden bekleyen davacıya aldırmadan. Adliyenin giriş kapısına doğru yürümek istedi gençlerin ardında, ama bir adım dahi olsun atamadı. Gerisin geriye oturdu şaşkınlıkla kendine bakan adamın önünde.            

 “Nerede kalmıştık sahi.“ dedi ve alışkın olduğu hal ile parmakları yine dans etti daktilonun tuşları üzerinde. D-A-V-A-C-I…

O saatten sonra kaç kişiye arzuhal yazdı bilinmez, adliyenin açık pencerelerin birinden adalet tokmağının sesi duyuldu. Yine bir dava bitmişti. Acaba kimin kalemi kırılmıştı? Kim para cezasına çarptırılmıştı? Kim beraat etmişti davasından? Kim ailesi ile sarmaş dolaş mutlu ayrılacaktı adliyeden? Kim bir daha gün yüzü göremeyecekti? Kimin yuvası dağılmıştı?

 Aklında onca soru ile huzursuz bir bekleyişle bekledi ardından baktığı genç çifti. İlyas yine çayını eksik etmemişti. Çayı yudumlarken bir yandan da adliyenin çıkış kapısına sabitlemişti uykusuzluktan ve yorgunluktan sulanmış gözlerini. Bir müddet öylece bekledi. 

Ve nihayet adliyenin kapısında göründü genç çift. Kapıdan çıkar çıkmaz yüz yüze geldiler gülümsediler birbirlerine. Ve yeniden yan yana gelip el ele tutuşarak yaşlı arzuhalciye doğru yürüdüler emin adımlarla, ikisinin de yüzünde tatlı bir gülümsemeyle. Yaşlı arzuhalci daktilonun olduğu masaya gelişi güzel bırakıp çay bardağını onlara doğru neredeyse koşar adım yürüdü. Çok geçmeden genç çift ile karşı karşıyaydı. Delikanlının ve kızın gözünün içine baktı yüzünde bir gülümseme ile. Delikanlı, arzuhali yazdırdığı gün ki gibi gözlerini kaçırmadı bu defa. İlk cümle de delikanlıdan geldi zaten, “Bunu sana yaşattığımız için özür dileriz baba. Biz boşanmayacağız, kimse bizi bizim sevdiğimiz gibi sevemeyecek, boşanmıyoruz. Bitti artık üzülme. Hadi toparlan beraber eve gidelim. Haftalardır uykusuzsun, rahat bir uyku uyu sen de.” Yaşlı arzuhalci tek bir kelime etmeden sarılıverdi oğlu ve gelinin boynuna.

 

Hikaye: Mus’ab Atıcı

 

 

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi