İcat

İcat

Hikaye: Esra Çetin

Fotoğraf: Quoc Nguyen

“Bitti!” diye bağırdı elindeki aleti kaldırıp. Üzerinde aylardır çalıştığı ve sonunda bitirdiği daha önce ne duyulmuş ne görülmüş bir icattı. Bundan kimseye bahsetmek istemiyordu çünkü illegal olması muhtemeldi. Buluşuna isim koyma işini sonraya bırakabilirdi. 

Bu icat yaklaşık bir telsiz büyüklüğündeydi, tepesinde iki anteni, bir kulaklık girişi ve eski bir ekranı vardı. Hurdacılardan topladığı eşyalarla ancak bu kadar olmuştu, ama o bununla bile gurur duyuyordu. Uzun zamandır, çok uzun zamandır çıkmadığı dairesinden dışarı adım attı. 

Bu küçük telsizimsi şey -henüz bir isim bulamamıştı- insanların kulaklıklarıyla ne dinlediğini öğrenmek içindi. Daha açık olmak gerekirse, sinyaller aracılığı ile bağlandığı akıllı telefonun ya da müzik çaların, ne çaldığını, kişinin ne dinlediğini kendine kopyalıyordu. Böylece o, insanların sokakta, otobüste hatta çalışırken ne dinlediklerini öğrenebilecekti.

“Bunu neden yapıyorum?” diye sordu kendi kendine. “Daha önce bulunmadı değil mi? Benim icat etmem beni mucit yapar. Sadece yapıyorum, bir nedeni yok. Sadece yap ve gerisini düşünme.”

Üstünü bile değiştirmemişti. Hafif esintili cumartesi günü ayağında çorap varken geçirdiği terlikler, günlerdir taranmadığı için fena halde dağılmış saçlar ve giydiği paçavra kıyafetler yüzünden dikkat çekiyordu. “Bana bakıyorlar. Beni polise şikayet edecekler. Kesin ne yaptığımı anladılar.” diye söylenip duruyordu. Dikkat çekmemek için eve geri döndü, uzun bir yağmurluk alıp üstüne geçirdi. Şapkasını da başına kapattı.

“Artık normal görünüyorum. Gerçi normal kelimesinden de nefret ederim.”

İnsanların çok olduğu bir yer lazımdı. Şehir meydanının yakınındaki piknik alanına geldi. Bir banka oturdu ve gözleriyle etrafta müzik dinleyen insanları yakalamaya çalıştı. Biraz ilerde bir kadın yere serdiği örtünün üstüne oturmuş kitap okuyordu. Kulağında da kulaklık vardı.

“İşte fırsat!” 

Adam çok heyecanlandı ve yavaşça kadına doğru yürümeye başladı.  Yaklaştığında ise durdu, cihazı çalıştırdı. Biraz cızırtıdan sonra kulağına gerçekten melodiler gelmeye başladı! Çok heyecanlanmıştı, olduğu yerden kıpırdamadan kadının dinlediği müziği kendi de dinledi. Bu sırada ara sıra uzaklaşıp yakınlaşıyor ve cihazın ne kadar mesafeden sinyalleri yakalayabildiğine bakıyordu. Beklediğinden daha iyi sonuç almıştı.

Gün boyu gezdi ve müzik dinleyen insanları aradı. Alışık olmadığı kalabalık ortamlara girdi, otobüse binip yolcuların şarkılarını dinledi. O kadar farklı çeşit müzik dinlemişti ki akşama doğru başı ağrıyordu. 

“Tanrım, insanlar müzik dinlemeye gerçekten bayılıyorlar.”

Gün boyu bir sürü kez dönemin sevilen pop şarkılarını dinledi, genelde gençlerin kulaklığından geliyordu bu şarkılar, adını dahi bilmediği grupların sakin şarkılarını dinledi, bunları dinleyenler ise biraz daha olgun kişilerdi, bazen anlamadığı dillerde şarkılar da dinledi, bazen ise sadece piyano ya da kemanla çalınmış parçalar…

Bazen insanların ne dinlediğini kıyafetlerine ya da görünüşlerine bakarak önce tahmin etmeye, sonra sinyalleri yakalayarak tahminini doğrulamaya çalıştı. Bazılarından çok etkilenmişti, daha sonra dinlemek için sözlerini not defterine yazdı.

Eve geldiğinde tüm vücudu ağrıyordu. Ayakları ne zamandır yürümemenin isyanını çığırıyordu. Evine girdiğinde dışarıda havanın ne kadar serin olduğunu ve üşüdüğünü fark etti. İcadını yemek masasına bıraktı, sobayı yakmaya gitti. Elinde baş ağrısını dindirmek için içtiği ilaç ve su şişesiyle yemek masasına oturdu. Alayla gülümsedi,

“Kimseye yakalanmadım. Daha önce yoktu değil mi? Bunu kimse keşfetmemişti. Ben buldum, artık insanların ne dinlediğini biliyorum. İcadım beni yarı yolda bırakmadı. Dahi olmalıyım! Ama ayaklarım, siz beni yarı yolda bıraktınız. Her yerim ağrıyor…”

Kulağına cızırtı sesleri geliyordu. Önce komşularından birinin radyosu olduğunu sandı, ama hayır, masanın üstünde duran icadı yeni sinyaller yakalamıştı! Kendi evinde radyo yoktu, televizyon ya da sinyal kullanan herhangi bir alet de yoktu. Cihazı eline aldı. Ayağa kalkıp evin içinde yürümeye başladı. Duvarlara yaklaştı, kapının yanından geçti. “Sinyaller ancak yan komşudan geliyor olabilir.”

Kendi dairesini daha önce hiç yüz yüze konuşmadığı komşusuna bağlayan duvara yapışıp sinyalleri yakalamaya çalıştı. Dikkatini verdiğinde sesleri duyabiliyordu,

“Bu ses kaydı şahsım tarafından 29 Eylül 2001 tarihinde son sözlerim olarak kayda alınmıştır…”

“Bu kadın sesi, müzik değil! Yan taraftaki yalnız bey aslında o kadar da yalnız değil demek.”

“Elimdeki kayıt cihazını az önce sen verdin. Lunapark girişindeyiz, birazdan dönme dolaba bineceğiz. Bana bu kayıt cihazını verdin çünkü şu anki duygularımı kaydetmek istediğimi söyledim.

Birazdan sen de sesini kaydedeceksin ama ikimiz de birbirimize bunları dinletmeyeceğiz. Bir sene sonra yıl dönümümüzde dinleyeceğimizi söyledin, üzgünüm hile yapacağım.

Şimdiden yaptığım ve yapacağım şeyler için özür dilerim.

Bu kayıtta gerçekten çok kez özür dileyeceğim.

Hile yapacağım çünkü bir seneyi görecek kadar vaktim yok. Senin sözlerini dinlemeden gitmek de istemiyorum, bu yüzden kusura bakma. Az önce senin kaydettiğin kaydı dinledim. İçimden sana sahip olduğum için ne iyilik yaptım diye düşündüm. Yaptıkların için, söz verdiklerin için, söylediğin tüm sözler için teşekkür ederim. Lütfen bunu dinlerken ağlama. Biliyorum ağlarsın, duygusalsın sen. Ama dikkatini ver çünkü daha söylemem gereken çok şey var.

Şimdi başlıyorum, eline bir kağıt kalem al. Söylediklerimi yaz. Sana güveniyorum eksiksiz yazacaksın.”

Tüm dikkatini elindeki cihazdan çıkan sese odaklayan adam birden kafasını kaldırdı. Sabah şarkı isimleri yazdığı not defterini aradı.

“Durun bayan, devam etmeyin! Defterimi arıyorum şu an. İşte buldum!”

“Bir, ‘Yokluğumda sakın kendini dağıtma. Depresyona falan girmeye sakın kalkışma.’

İki, ‘Arkamdan gelmeye falan da kalkışma. Böyle olması gerekiyordu diye düşün ve huzurluca yaşa.’

Üç, ‘Ne olursa olsun beni ziyaret et. Toprağın altında korkmadan ne kadar dayanabilirim bilmiyorum. Hem biliyorum sen beni duyamasan da duyacağım ben seni.’

Dört, ‘Islanmak istiyorsan yağmur yağarken dışarı çık, koşmak istiyorsan koş, bağırmak istiyorsan durma, bağır! Zamanım çok diye düşünme, kim ne der diye de düşünme. Yapabiliyorsan o an yap ve sırtında biriken yükten kurtul.’

Beş, ‘Ne zaman böyle bir şey olur bilmiyorum ama, olur da annem sana gelirse onlara da veda ettiğimi söyle. Arkamdan ne düşünür sonra…’

Altı, ‘Dün bana aldığın çiçeklere iyi bak, sulamayı unutma. O çiçekler dışarda yaşayamaz salondaki sehpanın üstüne koy.’

Yedi, ‘Aklında bulunsun. Muhtemelen ben gittikten bir süre sonra postaneden eve gelecekler. Yeni fırçalar sipariş etmiştim, geciktiler. Postayı alma, adam ne yapalım diye sorarsa alt komşuya bırakın de. Aşağıda oturan bir kız var ilkokula gidiyor. Penceresine resimlerini yapıştırmıştı, muhtemelen seviyordur resim yapmayı.’

Sekiz, ‘Yapmayı bitiremediğim bin parçalık bir yapboz kalmıştı. Sana zahmet onu sonlandırıver.’

Dokuz, ‘Işıkları açık bırakma uyurken. Hem sağlığına zararlı hem de karanlık korkunu yenmen lazım. Biraz da beni düşünebilirsin eğer korkarsan.’

Uzun oldu, hepsini yetiştiremediysen tekrar dinlersin buraları. Şu an arkandan sana bakıyorum. Muhtemelen ne uzun konuştu bu diye söyleniyorsundur. Merak etme bitmek üzere.

Son olarak on, ‘Mutlu ol…’ Çünkü ben de mutlu olacağım. Teşekkür ederim. Gerçekten. Her şey için.”

Durmadan yazmaktan parmakları acıyan adam ses kaydının burada bittiğini anlayınca icadını bir kenara bıraktı. Kağıda yazdığı on maddeye  tekrar baktı. Neden yazdığını sorgulasa da sebebinin kader olduğuna inanıyordu. 

Yanılmamıştı, çünkü yukarıdan aşağıya ilk harfleri okuduğunda keşfettiği kelime ona istediğini vermişti.

“Aklınıza hayran kaldım bayan. Umalım ki yalnız bey de benim kadar akıllıdır. Yoksa mesajınız iletilemedi doğrusu.”

 

Hikaye: Esra Çetin

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi