Piyanist Şantör Sabri

Piyanist Şantör Sabri

Hikaye: Dilan Kılıç

Fotoğraf: Caleb Oquendo

 

“Ssss-se-a  see- a, bir ki, ses ses.. Efendim hoş geldiniz… Haydi bakalım hiç oturmayın. Elleri göreliiiim.

Alkış alkış…

Benim aşkım içiiiyyn ağlayanlaaar var

Hayaatını banaay  adayanlaar var

Gel gir şu gönlümeeyy, bitsin bu nazlar

Bana herkes hastaaah, yalnız sen deeeğil.”

 

“Vay vay vaaay Sabrim , heheyt maşallah be! Yıkıyorsun oğlum yine ortalığı. Harika Sabri bu gece de formunda.”

“Ooo Hayri Bey hürmetler. Semra Hanım pek şıksınız yine. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Oğlum al Hayri Beyleri her zamanki yere.

Gel gir şu gönlümeeyy, bitsin bu nazlar

Bana herkes hastaaah, yalnız sen deeeğil.

“Merhabalar, bendeniz Piyanist Şantör Sabri. Sabri Harika. Arkadaşlarım ve de pek güzel sevenlerim bana Harika Sabri der. Eee tabi benim de hoşuma gider. Ha ha ha kimin hoşuna gitmez ki övülmek. Değil mi yani? İşte böyle pek mutaassıp mekânlar, düğünler, sünnet düğünleri, altın günleri, matineler benim devasa sahnelerimdir. Sizlerle buluşmaktan onur duyarım efendim.

Sanatımı büyük bir keyifle icra ederim. Kendi eserlerimden tutun ustalarımın eserlerine kadar her parçayı özümser ve de kelimeleri kendimce adeta raks ettiririm. Bazen ağlatabilirim de tabii ama… Amaaan be üç günlük dünya. Silin bakalım gözyaşlarınızı. Eğlenmeye geldik be canım…”

Her seferinde ilk şarkıdan sonra kendini tanıtırdı. Belki de bir totemdi bu onun için. Yine müzik eşliğinde ve alkışlarla indi sahneden Sabri. Alkışlar, Sabri kulisinde yerine oturana kadar devam etti. Bu kadar alkışla aç ve susuz, bir ömür boyunca yaşayabilirdi fakat eksikliğini hissettiği bir şey vardı içinde. Gün yüzüne çıkarmak istemediğinden öyle derine gömmüştü ki, boşluğa dönüşmüştü adeta. İçinde kaybolduğu koca bir boşluk…

Kulise girdiğinde, küçük sedef işlemeli sehpasının üzerinde sahneye çıkmadan önce yarım bıraktığı sofrası duruyordu. Beyaz peyniri, kavunu ve ince belli çay bardağının dibinde tam iki yudumluk rakısı.

Oturur oturmaz bardağı aldı. Kokladı ve bir öpücük kondurup “Aydınlık olsun.” diyerek karşıya doğru uzattı. Bir, iki…

“Oğlum Ahmet, tazele Sabri Abi’ni.”

Ahmet ikiletmeden elinde rakı şişesiyle bitiverdi bir anda.

“Yarasın abime, şifa olsun.”

“Keşke be Ahmet. Şu yaralarımıza şifa olsa da… Neyse neyse. Doldur bir tane de kalkayım.”

Ahmet bir bardak daha doldurdu. Sabri’ye biraz hayranlık duyuyor biraz da acıyordu. Bardağın dibinde iki yudum bırakıp kalktı Sabri. Aynanın önünde duran zeytin kolonyasından fıslattı avucuna. Ellerini ovuşturup yüzüne sürdü. Kokusunu içine çekip, şap şap yanaklarına vurdu sonra. Aynadan göz göze geldi kendiyle. Baştan aşağı süzdü kendini. Keşke hayatı da giydiği şu ceket kadar parlak olsaydı. Alaycı bir gülümsemeyle kafasını sallaya sallaya, yine alkışlar eşliğinde sahneye çıktı.

Şu yalannn dünyaaağğda derdin yok iseey, Allah Allah kimleri görüyorum, Hoş geldiniz şeref verdiniz,

Sen de benim gibiiiyyy dur-ma sevv dostum

Ömrünce ağlayıı ıı ııp yanmak isterseeyynn

Sen de benim gibiiyy dur-ma sevvv dostum, Çocukları pistten alalım efendiiim,

Durmaaa durmaa durma sevv dostum

Durmaaa durmaa durma sevv dostum.”

Sabri’nin içindeki boşluğun adı Meliha’ydı. Bir bakan dönüp bir daha bakmazdı. Ya da ‘O neydi gııız?’ diye tekrar dönüp bakabilirdi. Evet evet aynen öyle olurdu. Ama Sabri, gözünü ayırmadan günlerce izleyebilirdi O’nu. Güzelliğini Meliha’nın yüzüne baktığında değil, kalbine dokunduğunda, sesini hissettiğinde görürdü. Bir sesi vardı Meliha’nın, Sabri’nin çaldığı son model klavyenin bile sesini bastırırdı.

“Sabri be, bak bizden olmaz. Vallaha diyorum. Yani ayrı dünyaların insanıyız diyeceğim ama çok klişe. Olamıyoruz işte bir türlü.” Çantasından zeytin kolonyasını çıkardı. Avucuna iki fıs sıktı. Sabri’ye uzattı.

“Sağ ol canım. Rabbim ikimizin ruhunu bir üfledi şu mahalleye Meliha, nasıl olamıyoruz? Ayrı dünyalarmış da, bilmem neymiş… E seviyoruz işte birbirimizi.”

“Sevda senin de karnını doyurmaz benim de…”

“Bak şu kavundan tat. Kırkağaç kavunu, mis gibi bak kokla.”

“Yahuu! Tövbe tövbe… Mahalleden dışarı çıktığımız yok. Ali Dayı’nın torununun sünnetinden, Ayşe Teyze’nin kızının kınasına kadar karnımız doyuyor çok şükür. Peki ya sonra?”

“Meloş’um sen merak etme. Halledeceğim ben. Ayrıca Kırkağaç diyorum. Senin için özel getirttim.”

“Görüştüğümüzü bile bilen yok. Çok iyi iki dostuz oğlum biz seninle mahallenin gözünde. Neyi hallediyorsun? Bak ben sana bir şey söyleyeyim mi? Bu gidişle ya sen benim düğünümde gelir şu zamazingonu çalarsın…”

“Ne biçim laf o öyle! Oh be, yemin ediyorum bal gibi. Zamazingo değil onu…”

“Ya da! Ben seninkinde esaslı bir türkü söylerim. Dostlar böyle günlerde lazım olur ne de olsa.”

“Aaa Meliha…”

Meliha sinirle kalkıp giderken Sabri’ye cevap vermek için durdu. Tam bir Türk filmi dönüyordu o anda. Türkan Şorayvari bir edayla, gözleri dolu dolu geri döndü.

“Ama günah be kızım, şu iki yudumu da içseydin ya.”

“Yolun aydınlık olsun Sabri.”

“…”

Mahallede birlikte büyümüşlerdi Meliha’yla. Meliha’nın da dediği gibi ‘iki dost gibi’ ama sonra Sabri dostluğunu ilerletememiş, aşka dönüştürmeyi seçmişti. Meliha da öyleydi de Sabri başka seviyordu. Sabri seviyordu ama bir hayaldeymiş de sanki hayat sadece sevmekle geçecekmiş gibi. Meliha için birliktelikleri bir mantığa oturmak zorundaydı. Aşk, mantık işi miydi yoksa uçsuz bucaksız bir hayal denizi miydi?  Sabri o denizde boğulmayı bile göze alabilirdi. Meliha, okumak, meslek edinmek, daha iyi bir hayat yaşamak ve en çok da o mahalleden kurtulmak istemişti. Hayatını rahatça yaşama isteği sevgisinden daha ağır basıyordu. Sabri’nin hayal denizinden yüzerek karaya çıkması epey zaman alabilirdi ve O bunu bekleyemezdi. Herkes seçimini yapmakta, hayatını bir şekilde kendi istediği gibi yönetmekte özgürdü. Sabri bunu anladığında Meliha çoktan gitmişti.

Meliha gittikten sonra bütün şarkıları kendisi söylemek zorunda kaldı.  Bir kapıyı kapatıp diğer kapıyı açan Yaradan bu sefer Sabri’ye de güzel bir kapı açmıştı. Yıllarca klavyesinin tuşları arasına gizlediği sesini gün yüzüne çıkarmıştı. Bir anda kendini, kendi dünyasının dışında bir yerde bulmuştu. Bir yandan ürküyor bir yandan da belki Meliha’yla tekrar…

“Gecemizi üzülerek sonlandırıyoruz efendim. Bizleri yalnız bırakmadığınız, gecemizi şereflendirdiğiniz için sizlere teşekkür ediyorum. İyi geceler güzel insanlar. Hoşça kalın.”

“Hari-kaa Saaaab-rii, Hari-kaa Saaaab-rii…”

Coşkulu alkışlarla indi sahneden. Parıltılı sahne kıyafetinden sıyrılıp Harika Sabri’yi kulisin karanlığında bıraktı. Sabri oldu, geceye karıştı. Pantolonunun cebinden sigara paketini çıkardı. Son bir tane kalmıştı. Diğer cebinde çakmağını aradı, bulamadı. Küfredip, attı son sigarasını yere.  Ahmet yetişti arkasından.

“Abiii, Sabri Abiii…”

“Ahmet.”

“Abi niye attın güzelim sigarayı?”

“Ateşim yoktu oğlum.”

“Al abi buradan yak.”

“Ulan Ahmet, ne değişik çocuksun lan.”

Sabri, Ahmet’in yaktığı sigaradan büyük bir nefes çekti içine. Ahmet’in konuşası vardı ama nereden başlaması gerektiğini de bilmiyordu.

“Sabri abi,”

“Efendim canım.”

“Sen… Niye böylesin?”

“Nasılım?”

“Böyle işte. Sahnede dünyanın en mutlu insanı gibisin ama şarkılarını bitirip sahneden indiğinde sanki bambaşka birisin.”

Uzun zamandır içinde tuttuğu bir şeyler olduğunu sonunda biri fark etmişti. Kimseye fark ettirmediğini düşünse de yine de anlatmak istiyordu. Harika Sabri’nin hayatının o kadar da harika olmadığını Ahmet anlamıştı.

“Gel Ahmet, oturalım şöyle.”

Yol üzerindeki banka doğru yöneldi Sabri. Ahmet hürmeten Sabri abisinin oturmasını bekledi. Sonra büyük bir hevesle anlatacaklarını dinlemek için kendisi de oturdu.

“Birini sevdim ben gençken. Çocukluk arkadaşım, mahalleden. Ben arkadaşlığı beceremedim. Sevdaya döndü içimizdeki şey. O da sevdi beni. Yani galiba. Yok yok, sevmişti canım. Günahına girmeyeyim. Sonra ben ikimizi de kendi hayalimde boğacakken, O kurtardı kendini. Bir şey diyemem. Ne diyeceğim hem? Helal olsun derim Meliha Hanım’a. Duydum sonra, okumuş, ebe olmuş biliyor musun? Helal olsun. ”

“Meliha Hanım mı?”

“Hanım tabii oğlum, bu saatten sonra Meliha’m diyemem ya. Ayıp, yakışmaz bize. Düğününe bile gittim hem. Ha ha ha tabii ya ne sandın.”

Kahkahasının ardında sakladığı öfkesiyle öyle sert çıkmıştı ki sesi. Gülmüyordu da okkalı bir küfür sallıyordu sanki kendine. Ahmet ilk defa böyle görmüştü Sabri’yi. Sahnede devleşen Harika Sabri değildi yanında oturduğu kişi.

“Nasıl yani? Takı da taktım deme abi sakın.” Sabri duymadı yanı başında şaşıran çocuğu.

“Meliha Hanım söylemişti zamanında ama. ‘Ya sen benim düğünüme gelirsin ya da ben seninkine.” demişti.  Vallahi akıllı kadınmış ha. Neyse işte. Yakın arkadaşız diye babası beni çağırdı müzisyen olarak. Ben de ablası evleniyor sanıyorum. Nereden bileyim. Heyecanlıyım da, Meliha’yı göreceğim yeniden. Allaah bir gittim ki, Meliha beyazlar içinde. Öyle tutuldum kaldım…

‘Benden bir başkasıylaaaa

Sanma mutlu olu u u ursun

Bırak arrrtık inadııı ıı ııı

Dönüver ne oluuurssun

Sevdiğimi biliyooorrsun

Ellere gidiyooorrsun

Tebessüm edip durmaaaayyy

Sen gizliiiyy ağlıyooorrsun…’

Hem çaldım hem söyledim. Hem de ağladım be oğlum. Notalara basarken silemedim de gözyaşlarımı. Öyle aktı gitti meret.”

Elinin tersiyle gözünü sildi. Ahmet cebinden çıkardığı mendili uzattı.

“Yok ulan bir şey yok. Ha ha ha! Rüzgârdan yaşardı gözüm bir şey yok.”

“Olsun abi, kalsın sende.”

“Ama Meliha hiç oralı değil. Gizli ağlıyorsun diyorum kıza. Laf sokuyorum inceden. Karşımda limonata içiyor gülerek. Ne güzel çok mutlu. Maşallah, Allah da bir ömür mutlu etsin.”

“E hiç konuşmadın mı yengeyle o gün?”

“Ulan ne yengesi? Ayıp diyorum. Tam konuşacaktım aslında millet halaydayken. Birden hamile birinin sancısı tuttu. Tövbe Yarabbi. Gelinlikle koştu gitti halayın ortasına. Ben ne olduğunu anlamadan davulla zurnayla doğurttu kadını. Vallaha çocuk da maşallah ay gibiydi. Eline de tutuşturdular doğar doğmaz bir pullu mendil. Enteresan da bir gelenekleri varmış he. Ne bileyim ben. Dünyaya hızlı bir giriş yapmış oldu yavrucak. Ha ha ha!”

Her kahkahasında elindeki mendille gözlerini siliyordu. Bir ağlasa rahatlayacaktı da. Ama bırakamıyordu kendini bir türlü.

“Ben orda acı çekerken, iki yeni hayat başlıyordu işte gözümün önünde. Vardır bunda da bir hayır dedim. Aldım ceketimi, Meliha’yla göz göze gelirim de bir şey söyler dedim ama meşguldü. Bebeğin halay mendilini eline tutuşturmaya çalışıyordu. Meslek aşkı işte. Sesimi bari duysun istedim. Mikrofona koştum;

Sevgili gelin hanım ve damat bey; yolunuz aydınlık olsun…”

Oturduğu banktan kalktı. İçini tamamen boşaltmak istercesine son kez koca bir kahkaha attı. Gözlerini sildi.

“Ahmet, mendili de yıkayıp getiririm sana oğlum. Merak etme.”

Ahmet’in omzuna dokunarak teşekkürünü etti. Gecenin karanlığında her gece söylediği şarkısını söyleyerek evine doğru yürüdü.

“Aşkınıı  biirr sır gibiiyy

Senelerdiiiyyrr sakladııımm

Gecellerrii rüyağğdaaa

İsminiiiyyy sayııklaadım…”

  • Bana Herkes Hasta      – Arif Susam
  • Sev Dostum                  – Atilla Kaya
  • İsteksiz Gelin                – Atilla Kaya
  • Gündüzüm Seninle     – Ferdi Özbeğen

Hikaye: Dilan Kılıç

Mutlu sonla biten hikayelerin müptelası.. tohumu çatlatıp umut yeşerten kelimelerin peşinde.. Herkesin içinde mutlaka olan ama söyleyemediği sevginin sözcüsü olmaya gönüllü...

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi