160 Roma

160 Roma

 Gülizar Baki 

 

Bir şehri popüler kültür turisti olarak gezmekle, okur olarak gezmek arasında büyük fark vardır. Ve bir yazar… Popüler kültür turisti için önemli olan herkesin gidip gördüğü meşhur yerleri görmek, önünde fotoğraf çektirmek, ekrandan güzel gözüken yemeklerden yemek. Kötülemek ya da küçümsemek için söylemedim bunları, zira ben de böyle çok turistik faaliyette bulundum. Huzurlarınızda itiraf ediyorum.

Roma’yı ise bir okur olarak gezdim. Bazı yerlerinde yazar gibiydim mesela. Daha doğrusu okuduğum kitabın yazarının oraları gezdiğini, karakterlerini ve tasvirlerini yazdığını hayal ederek gezdim. Roma’yı adım adım değil satır satır dolaştım. Sevdiğin bir kitabın, çok etkileyici cümlelerinin altını çizer gibi bazı mekanların-sokakların altını çizdim. Hem de bebek arabasıyla. Modern dünya medeniyetinin merkezi tarihi Roma, bugünün modern İtalya’sı tam bir popüler kültür turizmi diyarı. Her şey ‘turistikleştirilmiş’. İtalyanlar, tarihini ve kültürünü çok iyi pazarlıyor.

 

 

Ani bir karar ve son dakika rezervasyonuyla Roma’ya gittiğimiz için otelimiz şehir dışındaydı. Bir açıdan da daha iyi oldu diyebilirim. Bakın bebek arabalı turist olarak böyle diyorum! Çünkü 160 nolu otobüsün şoförleri bize Roma kitabının özetini anlattı resmen. 160, üstü açık turist otobüsleriyle aynı güzergahta dolaşan ama içi turistlerle değil işe giden ya da işten dönen yorgun Romalılarla dolu bir otobüstü. Roma da tüm büyük Avrupa kentleri gibi kozmopolit bir şehir. Otobüs ve metrolarında, Uzak Doğulular, Doğulular ve tabii ki “coğrafya kaderdir” dedirten İtalyanlar dolu… Başına eşarp taksanız ve kucağındaki minik köpeğin yerine eczane poşeti koysanız, bildiğiniz bizim yaşlı teyzemiz olacak İtalyan yaşlıları, yüksek sesle konuşan gençleri, “hoop bu masaya bir su çek” der gibi komiye iş buyuran şef garsonu, otobanda makas yaparak ve hiçbir trafik kuralına uymayarak araba süren taksicileriyle, size Türkiye’deymiş hissi yaşatan insanıyla evet İtalya bence Avrupa değil. Benim 6 yıldır yaşadığım Kuzey Avrupa kesinlikle değil. Ne iklimi, ne mimarisi ne kültürü ne de insanı ile… Ama Roma, Avrupa ve dahi modern dünya kültürünün temeli. Ana kaynağı. Her detayında bunu okuyabilirsiniz.

 

Roma’nın sahip olduğu ilk dikilitaş.

Tek taşımı Kleopatra aldı

Biz 160’ın son durağında indik. Çünkü orası turistik Roma’nın en ucuydu. Ağaçlık, harika bir parkın içindeydi durak. Sıcaktan bunalan bünyelere Yıldız Parkı’ndaymış hissi veren ferahlıkta bir durak yani. Biraz yürüyünce görkemli Kuzey kapısındandan tarihi ve turistik Roma’ya giriş yapıyorsunuz. Fakat görkemli kapının dibinde trafik ışıkları var. Karşıdan karşıya geçmek için biraz beklemeniz gerek. O sırada arkanızdaki siyahilerin 1-2 euroluk pazar tezgahlarından çakma Versace şallar ya da Gucci terlikler ve minvali marka ürünler bakabilirsiniz. Ben karşımdaki görkemli Popolo Meydanından ucu gözüken dikili taşa bakıyordum, Roma’nın sahip olduğu en eski dikili taşa. Bence, Roma’nın simgesi bu dikilitaşlar. Mısırdaki tüm taşları buraya getirmiş olabilirler, kalan üç beş tanesi de İstanbul, Londra gibi büyük şehirlere götürülmüş. Bu gökdelen gibi büyük taşlar vakti zamanında egemen güçlerin simgesiymiş. Güç göstergesiymiş. Ve yek pare bir halde dönemin teknolojisiyle (milattan önce ve sanayi devrimi öncesi) yerinden sökülüp, gemilere yüklenip taşınması ise büyük bir zahmet ve maliyetmiş. Bunu yapabilen de o zamanların ancak süper gücü ülkeleri olabilmiş. Roma kadar Akdeniz’in, Kahire Limanın dibi de bu dikili taşlarla dolu. Çünkü özellikle İngilizler epey dikili taş ziyan etmişler. Sezar ve Antonius, büyük aşkları Kleopatra sayesinde Roma’yı dikili taşlarla doldurmuşlar. Şehrin hemen hemen her meydanında bir dikili taş var. Bir elinde kitabı, bir elince kılıcı ufka bakan Roma filozofu heykelinin selamıyla girdiğiniz meydanda, “vakti zamanında burada ne ateşli konuşmalar yapılmıştır” hissiyle dolaşıyoruz, üstelik beynimiz Akdeniz sıcağında fokurdarken. Kuzeyden gelenler için Roma, çok sıcak. Başta kemikleriniz ısınıyor gibi oluyor ama bir süre sonra, “Yakıyor Roma da yakıyor” diyorsunuz. Evet kötü bir espri biliyorum, okumadınız sayıp devam edin lütfen.

 

Meydanın etrafı görkemli tarihi binalarla dolu ama dikkat çeken yapı, Romaya tepeden bakabileceğiniz seyir terası. Roma bir saraysa, burası balkonu olmalı. Merdivenlerini çıkmaktan erinmiyorsanız fotoğrafik bir mekan. “Selfiler aşkına!” deyip tırmanabilirsiniz. Biz meydana açılan caddelerden birinden Roma sokaklarına akmayı tercih ettik. Dar ve bozuk kaldırımları, çarpacakmış gibi gelip geçen arabaları, turistik mağazalarla dolu bu caddelerin en güzel yanı, bence, lezzetli dondurmacıları ve minik dar masalarında oturup kendilerine teğet geçen insanları ve dahi arabaları izleyerek kahve keyfi yapanlardı. Tam bir keyif şehri Roma. Haritayı boşverin, hangisine dalarsanız dalın, sonunca varacağınız meşhur bir Roma meydanı. O yüzden kendinizi tesadüfler denizinin sıcak sularına bırakın. Keyfini çıkarın anın. Biz kendimizi meşhur İspanyol Merdivenlerin’de bulduk mesela. Fransız bir diplomat vesilesiyle inşa edilen, kelebek şeklindeki meşhur merdivenler. Bir ara burada fotoğraf çekilmek yasaklanmış. Çünkü merdivenler tıklım tıklım… Bense, “buranın bu kadar kalabalık olmasının sebebi nedir?” diye şaşkınlıkla insanlara bakarak dolaştım. Tipik bir İstanbul sakini olarak.

 

 

Yürümeye devam ettiğinizde karşınıza meşhur aşk çeşmesi çıkıyor. Görkemli mermer heykelleri olan bir su havuzu aslında. Dört tarafı binalarla çevrili çeşmeyi ve heykellerini seyretmek ne mümkün! İnsan seli arasından sıyrılıp, şöyle bir bakayım, kuruş atıp eşe/dosta aşk dileyeyim ulu Roma tanrılarından derseniz, Koronayı göze almanız gerek. Daha garibi sanki kimse çeşmeye ve rokoko sitili heykellere bakmıyor. Herkes fotoğraf çekilme, selfi yapma telaşında. Sanırım buraya gelenler sonradan bu fotoğraflardan gezdikleri yerleri inceleyebiliyor. Çünkü şöyle oturup da mekanın görülmeye değer özelliği ne diye düşünen, gözlemleyen kimseyi görmedim. Başkası görmüş olabilir çünkü ben böyle gezmeye çalıştım. Bu görkemli yapıyı tasarlayan ve yaptıran acaba bu günleri ve şimdiki amacını düşünmüş müydü? Planlamış mıydı? Ve neden tanrılar, aşk dilenen modern dünya bireylerinin bu dileklerini iki üç kuruşa hem de buradan kabul ediyor. Roma sayısız görkemli kilise ve antik dönem tapınaklarıyla dolu, aşk dilenme kapısı oralardan biri olaydı ya! Veya Vatikan… Bence bu antik Roma tanrılarının değil Vahşi Kapitalizm tanrısının işi.

 

 

Sadelikle gösterişin ortak mabedi

Neyse yola devam, daha Roma Borsası’nı göreceğiz. Milattan sonra 145 yılında yapılmış bir Roma tapınağının 11 sütunu Borsa’nın ön cephesini oluşturuyor. Hadrian Tapınağı son derece görkemli bir yapı. Sütunların dibinden eski zamanlardan bir filozofun elinde tabletiyle çıkacağını sanıyorsunuz. Ama yürümeye devam, daha Panteon’a gideceğiz. İkonik Roma mezarına. Dev kubbesi ve sütunlarıyla ve dikili taşıyla Roma kültürüne dair her detayı barındıran bir yapı. Sade ve gösterişli antik Roma kültürüyle, varaklı ve gösterişli Hristiyan kültürünün derç edildiği bir yapı. Dev kubbesi, İslam mimarisine ilham veren Roma kültürünü de anlatıyor. Kubbeli cami mimarisi, Roma’nın bu yapılarından ilham alınmış. Roma elitlerinin mezarlarını, Meryem Ana heykellerini seyrettikten sonra dar sokaklardan birine dalıp soluklanmaya, dondurma yemeye Navona Meydan’ına gidiyoruz. Antik dönemin pazar meydanı, şimdi şık kafeleri ve sokak sanatçılarını ağırlıyor. Ve tabiki de dikili taşı, çeşmesi ve bol miktarda heykeli var. Burada keyifli bir dinlenmeden sonra, daha yolumuz uzun Roma Forum’a ve Kolezyum’a gideceğiz, hadi kalkın.

 

Yolda bir sürü tarihi yapı göreceksiniz, gezi kitaplarına ya da kolayına kaçarak Google Efendiye sorabilirsiniz. Ben sizi iki bin yıl öncesinden kalma Roma Forumu’na götüreceğim. Antik Roma’nın kendisi burası. Çarşısı, tapınakları, hükümet binaları… Hani şu kitaplarda, filmlerde geçen yerler. Ve yürümeye devam ettiğinizde Roma’nın simgesi Kolezyum’u göreceksiniz. Bu uzun yürüyüşte gördüklerinizden dolayı gözünüz doymuş, şaşırma veya etkilenme kotanızı doldurmuş olmalısınız. Ama içine girdiğinizde durum başka. Binlerce yıl öncesinin dev stadyumu burası. Aslanlarla güreşen kölelerin çığlıklarını, seyircilerin haykırışlarını, atların kişnemesini duyacaksınız. Ve binlerce turistin adımlarını. Mekanın etkileyiciliği kadar, kalabalık turist kafileleri de sizi etkileyecektir.

 

 

 

 

 

 

Çıkışta Kolezyuma bakarak güzel bir yemek yiyebilirsizin. Hakettiniz. Ve bu günlük bu kadar. Biraz dinlenelim, bir dahaki ay Cem Sultan’ı ve Leonardo Da Vinci’yi ziyarete gideceğiz. Yolumuz uzun, mevzumuz derin.

160’a binmek için Roma Forum manzaralı otobüs durağına gidelim.

 

Ve diyordu ki: “Siz hiç öldünüz mü? Ben öldüm, bir kere…Kronik gazetecilikten öldüm, yazarak yeniden doğuyorum… Annem kitaplar, babam yaralarım…”

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi