Şiirin Önünde İliklenen Ceket

Şiirin Önünde İliklenen Ceket

Hikaye: Mus’ab Atıcı

Fotoğraf: Tima Miroshnichenko

 

Güzel bir sabaha uyandı şehir. Beyefendi yine mütevazı adımlarla çıkıyor merdivenleri. İki haftada bir kesinlikle uğrar buraya. Yanında hep aşina olduğumuz siyah çantası var. Sanki dünyanın en kıymetli hazinesini taşıyor bu çantada. Aslına bakarsanız bu ünlü çantayı taşıyacak onlarca insan var çevresinde. Ama gelin görün ki o, her ziyaretinde, bırakın çantayı taşıyacak biriyle gelmeyi, makam aracını bile binaya en az iki yüz üç yüz metre geride bırakıp yanına yöresine hiç kimseyi almadan geliyor buraya.

İlk merdiven serisi bitti. Onu görenler sanki ilk defa görüyormuş gibi önlerini ilikliyorlar. Bazıları da tam aksine yollarını değiştiriyorlar, sonuçta her kurum kaldırmaz iki haftada bir gelen böyle ziyaretçinin varlığını. Ama gözlerinden ve tavrından belli oluyor, sıkılıyor bu durumdan Beyefendi. Sonuçta bu geliş gidişler kurumsal bir iş niteliğinde değil, ancak bir dost ziyareti. Oysa beyefendi, 1963 yılının bu güzel bahar sabahında, Çalışma Bakanı sıfatını kapının dışında bırakmışken çalışanların her adım başı bunu hatırlatmasına ne gerek var sanki?

İşte ikinci merdiven serisi de bitti. O kadar heyecanlı ki, heyecanını gözlerinden okumak mümkün. Sanki ödevini öğretmenine bir an önce gösterme çabası içindeki ilkokul çocuğunun heyecanına kapılmış gibi. Ve işte yine aynı koridora doğru yöneldi; İdari ve Mali İşler Şube Müdürlüğü. Bu koridor genellikle geçirdiği teftişler ile ünlü. Şimdi şöyle bir bakıyorum da teftiş için gelenler nerede beyefendi nerede? Aralarında dağlar kadar fark var. Teftişe gelenlerin öyle bir havaları vardır ki burunları düşse yere eğilip almazlar, hatta yanlarında gezinen zadeganlardan umarlar ki ‘Al burnumu yerine koy!’ E tabi bu zadeganlar çok anlayışlı kişiler olduklarından (!) daha söz ağızdan çıkmadan bu işi yapmış olurlar. Oysa beyefendi öyle mi? Biraz daha büzülse alimallah kayboluverecek takım elbisesinin içinde.

Evet, nihayet bitti yolculuk, geldi durdu muhasebe servisinin kapısının önünde. İçeride iki memur var. Kapıyı vurup içeri girince aynı hızla ayağa fırladı yine muhasebe şefi Latif Bey. Ne yapsın zavallı adam karşısında koskoca bakan var, zaten aylarca da alışamadı bu geliş gidişlere.

-Sayın Bakanım hoş geldiniz.

-Hoş bulduk Latif Bey. Nasılsınız?

-Sağlığınıza duacıyız efendim.

-Latif Bey, rahatsız etmezsem ve işinizi bölmeyeceksem memurunuzla görüşebilir miyim ?

Bu muhabbet her iki haftada bir noktası virgülüne dokunmadan böyle devam etti aslında. Beyefendi gelir, Latif bey fişek gibi koltuğundan fırlar, kısaca hal hatır sorulur. Beyefendi memurun yanına geçer ve ilk hamlesi önünü iliklemek olur.

Memur, büyük bir hürmetle ve saygıyla karşılar onu. Hemen iki çay söylenir. -O zaman kurumlarda sigara serbesttir – İkisi de birer sigara yakar. Beyefendi çantasından bir tomar kağıt çıkarır ve okumaya başlar. Zaman zaman gülüşmeler olur, arada bir memur bey elindeki kurşun kalemle düzeltme yapar kağıtlar üzerinde. Sigara dumanından göz gözü görmeyecek olana kadar sürer bu çaylı, sigaralı, okumalı, muhabbetli vakitler. İkisinin de yüzünde tarifsiz bir mutluluk belirir. Ayrılık zamanı gelince, Beyefendi, yine sessiz sedasız ayrılır binadan. Sanki hiç gelmemiş gibi.

Yıllarca merak etmiştir Latif bey yan oda da dönen bu muhabbeti. Koskoca Çalışma Bakanı Bülent Ecevit’in ceketini ilikleyerek yanına girdiği memur ve aynı zamanda şair olan Turgut Uyar ile neler konuştuğunu? Aradan bir müddet zaman geçince öğrenir ancak, Ecevit’in çıkarmak istediği şiir kitabı için Turgut Uyar’ın kapısını aşındırdığını. Ve yine sonradan öğrenecektir koskoca Çalışma Bakan’ın ceketini memurun değil şiirin önünde iliklediğini.

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi