Uyurgezer Kentler
Hikaye: Nesibe Esra Çukurova
Fotoğraf: Hamit Ferhat
Adımlarımı sayıyorum, az kaldı trenin kalkmasına. Etrafımdaki hızlı adımlar, telaşlı bakışlar, ısrarcı çocuklar, nefes nefese kalanlar… Öylesine yola çıkmış olanlar da benim gibi yetişmeye çalışıyor gibi… Pek de aldırmıyoruz telaşlı hallerimize, sonuçta böyle doğmuş gibi hissediyoruz bir şey yakalama umuduyla uyandığımız her sabah. Birbirimizi sandığımızdan daha iyi tanıdığımıza da inanıyoruz çoğu zaman, gamzelerimizde sakladığımız tebessümlerin hafif bir belirtisinde ya da ayağımızın takıldığı kaldırımdan kurtulmadan önce fark edildiğimizi hissettiğimiz ya da rastgele tanıştığımız insanla tam da aynı noktada anlaştığımız an bir adım daha yaklaşıyoruz, anne kucağından bu yana adımladığımız yolda tanıdık göz yaşları ve gülüşler bulmaya. Bir ikindi vakti eve yetişmeye çalışırken yaşanıyor genellikle tüm karşılaşmalar, kaçışlar, fark edişler ve kabul edişler. Uzmanlar kabul etmenin bir sorunun üstesinden gelmenin ilk adımı olduğunu savunuyor. Peki ya aslında son adımıysa tüm gelgitlerin. Unutmaya çalıştığımız hatıralar ve göz ardı ettiğiniz onca ikilemle ev-iş-geriye kalanlar üçgeninde sarhoş bir ifadeyle harcamıyor musunuz? Her sabah aynı saatte otobüste dip dibe yol aldığınız tüm o aşina yabancıların arasında ısrarla kabul etmekten kaçmıyor musunuz zaten? Her virajda kenarlara sıkı sıkıya tutunup eğilmemeye çalışırken bu yeteneğin doğuştan olduğunu sezdirip ebedi karargâhlarınıza yol almıyor musunuz devinim halinde? Bu soruların cevabı hangi sıklıkla bakmaktan vazgeçip görmeye çalıştığına göre yaşamın her saniyesinde değişme olasılığı barındırıyor. İfadeler birbirine karışıyor her gün, yüzlerce insan, bin bir türlü düşünce trafiği…
Bazen gözlerinizin ağırlaştığı, başınızın ağrımaya ve görüşünüzü bulandırmaya meylettiği an, çantanızdan kolonyanızı çıkarmadan önce bekleyin ve etrafınıza bakın; düşünce trafiği içinde, yeni dünyanın yüksek gerilim hattında bulunuyorsunuz. Sizi rahatsız edeni takip edin. Ruhunuzu daraltan, terlemeye ve nefes darlığına yol açan tüm ayak izleri, her gün arkanızda bıraktığınız onca sokak, insan ve trafiğin arasına sıkıştırıp kurtulmaya çalıştığınız korkularınızın mutlak bir ipucu. Geriye bakmaya cesaret ettiğiniz an ortak saklama yerlerimiz olduğunu, hepimizin hatta “karda yürüyüp izini belli etmeyenlerimizin” bile şimşeğin parlamasından korkarcasına anlaşılamamaktan, sevememekten ve sevilmemekten korktuğunu fark edeceksiniz. Bu yüzden yaşamının her dakikasını planladığını, yüzündeki tebessümü tüketmekten, karınca kolonisinde yaşarcasına fark edilememekten korktuğunu ve harap olmasından korktuğu için harcayamadığı umudunu göz ucuyla da olsa görebileceksiniz.
Şimdi kameranın merceğini uzaklaştırmayı deneyelim, her ne kadar yorucu olsa da her sabah aynısını yapmaya ihtiyacımız var çünkü yakını görmeye ayarlanmış bir mercek, uzaktan izlenmeye adanmış fırtınalı evrenin öğle vakti tüm çocukların yüzlerine kondurduğu gün ışığını görmeyi kaçırmamıza neden olacaktır. Kim bilir belki de her gün önünden geçip gittiklerimiz durup izlenmeyi en çok hak eden zaman manzaralarıdır.