Yasak Düşler
Öykü: Dilan Kılıç
Düşler suçlu,
Düşünenler suçlu,
Şiirler, şarkılar, türküler suçlu.
Suçlu düşünceler
İdam edilmeli düşünenler
Ve ateşe verilmeli düşler.
Ben Mehmet. Yaşım otuz. Suçum? Vallahi bilmiyorum. “Düşünme, yasak!” dediler. Suçum düşünmekmiş sonradan öğrendim. Düşündüm, hapse düştüm. Ömrüm kadar ceza yedim. Bilsem hâkim bey, bilsem düşünür müydüm? Ne yalan söyleyeyim, affedersiniz ama vallahi düşünürdüm.
Bir düş kurdum ben. Tertemiz bir dünya! Çocuk kahkahalarıyla kuş cıvıltıları birbirine karışmış, tüm renklerin birlikte aynı gökyüzünde buluştuğu… “Burada düşünmek, düşlemek yasak.” dediler. Demir parmaklıklara hapsedildi düşlerim. Öyle sandılar aslında. Evimde, deniz kenarında, yürüdüğüm yolda kısacası nefes aldığım her yerde, yani, bu dünyada düşünmek de düşlemek de yasakmış. Ben düş kurdum, hapse düştüm. Siz, düşünme… Aman ya da düşünün be! Tutsak edilecekse de edilsin. En fazla kaç düşü tutabilirler ki kanatlarından? Bir tanesini tuttular diyelim, peki ya diğerleri? Birlikte bir kanat çırptık mı var ya akılları şaşar yeminle! Neyse işte, hapse düştüm. Durmadım orada da düşündüm. Ben de az anasının gözü değilmişim hani.
Hücremde küçük bir pencere. Gördüğüm, koskoca dünyanın ufacık bir kısmı. Bir parça gökyüzü, hücremin dünyayla bağlantılı tek noktası. Şu gökyüzüne baktıkça daha çok düşleyesim, düşünesim geliyor. Gelmez mi ya, nasıl gelmesin? Sessiz sedasız, tam kafa dinlemelik, yazıp çizmelik. Nasıl bir iyilik yaptıklarının farkında değiller aslında. Farkında değiller, bu köhne hücreye tıkıp tutsak ettikleri sadece bedenlerimiz. Aklımız, fikrimiz, düşümüz hep özgür…
Aynı yıldızlar, aynı yerde, her gece ve aynı sırayla gülerek bana bakıyor. Birine annemin, birine babamın, yerinde duramayan haylaz olanına kardeşimin adını veriyorum, biraz uzakta çekingen durana da sevdiğimin. Tebessüm ediyor, yanakları al al. Sohbet ediyorum tek tek hepsiyle. Özledim, çok özledim.
Sabah bulutlar, çocuklar gibi kıkırdaya kıkırdaya geçiyor üzerimden el ele. Düşüyor gibi oluyor biri, düşüme tutunuyor. Güneş arkalarından sesleniyor çocuklara nöbetçi öğretmen gibi “Koşmayın evladım!” Zil çalıyor ve herkes sınıfa. Bahçe bomboş, bir tek ben kalmışım. Bir kuşun kanadına asılıp ÖZGÜRLÜK yazıyorum gökyüzüne. Sonra peşi sıra diziyorum insanların özlediklerini; SEVGİ, BARIŞ, DOSTLUK, BİRLİK, GÜVEN, HAYAT… Ama en çok KADIN ve ÇOCUK yazarken titriyor elim, burnumun direği sızlıyor. Of!
Gardiyan geliyor sonra, diğerleri yetmezmiş gibi bir de o yapıştırıyor üstüme ‘hain’ yaftasını. Tükürüklerini saça saça yüzüme haykırıyor.
“ Düşünme, hainsin!”
“ Daha iyi bir dünya düşledim sadece.”
“ Yasak!”
“ Senin için, çocukların, çocuklarımız için.”
“ Yasak dedim!”
Otuz yıllık ömrümde duymadığım, tiksindiğini belirten yeni sözcükler öğreniyorum gardiyandan. Aman Allah’ım! Hiç tanımadığı birine ve bence ne için söylediğini bile bilmediği onca laf… Akıl alır gibi değil. Keşke çocukluğunda sana sımsıkı sarılma şansım olsaydı. İçinde tutsak olan, o hırçın çocuğa yardım etmeyi, düşlerime ortak etmeyi çok isterdim, izin verseydin…
Akşam oluyor yine yavaştan. Dolunay var bu gece. Çocukluğum geliyor aklıma. Dolunay’a Ay Dede deyişimiz, türlü hikâyeler uyduruşumuz ve o hikâyelere inanılmaz bir şekilde inandığımız. Birkaç saf kalbin, körpecik beyinlerin düşleriydi bunlar. Sahi düşler, o zamanlarda da suç sayılır mıydı? Yakılıp yıkılır mıydı daha iyi bir gelecek için yola çıkan düş yolcuları? Onu da siz düşünün canım. Her şeyi de devletten beklemeyelim yahu!
Öykü: Dilan Kılıç
Mutlu sonla biten hikayelerin müptelası.. tohumu çatlatıp umut yeşerten kelimelerin peşinde.. Herkesin içinde mutlaka olan ama söyleyemediği sevginin sözcüsü olmaya gönüllü…