Dede ne yaptın sen!

Dede ne yaptın sen!

Hikaye: Gülizar Baki

 

Annemlerin yaşadığı büyük bir şok, evet, ama hadise de çok komik. “Trajikomik” daha doğrusu. Trajediyi annemler, komediyi ben, aşkı ise dedem yaşıyor. Tam bir Karadeniz fıkrası. Ah be dede ne yaptın sen! Yalnız gülmekten kendimi alamıyorum. Trabzon’da resmen aile faciası yaşanıyor, gitmesem de olmaz. Annemi yalnız bırakamam. Fakat bunu patronuma nasıl söyleyip izin isteyebilir ki, “Dedem bir nineyi kaçırmış, gitmem gerek! ” Allah aşkına gülmeyin, annem sinirleniyor.

Uçaktan aşağıyı, küçücük yeryüzünü izlerken, dedem kaçırdığı kızı nereye götürmüştür acaba diye düşündüm. Kaçırdığı nineyi demek daha doğru olur. Evet, 75’lik dedem 70’lik bir kızı kaçırmış. Kızın ailesi polise gitmiş! Ne dediler acaba, “İleri yaştaki kızımızı alıkoymasından dolayı bu dededen şikayetçiyiz!” Dedemin oğlunu ve kızını yani annemi tartaklamışlar. Yaşlı aşıkların torunları da karakolun önünde tekme tokat kavga etmiş, “Senin deden kim oluyor ulaaaan bizim kızı (ninemi) kaçırıyor!” Tüm bunlar karakolda olmuş, dolayısıyla da polisler emniyetteki asayişi sağlayabilmek için aile fertlerinden bir kaçını nezarethaneye atmış. Telefonda ağlarken annem, “Düşünsene darbeci ev hanımlarıyla aynı koğuşta kaldım. Polisler, kadınlar, karakoldaki herkes ama herkes gülüyordu. Ühüüü hüüühüüüü

Annem telefonda ağlarken benim de gözlerimden yaş geliyordu, ama gülmekten. Dedem ve kaçırdığı nine, üç gündür belki de hiç yasayamadıkları baharlarını yaşıyorlar, çocukları ve torunları ise saçma bir kaosun ortasında debelenip duruyorlardı. Aslında çırpınmasalar, durup düşünseler anlayacaklar ve belki de yaşlı aşıklara hak verecekler, telli duvaklı, horonlu evlendirecekler.

Çiçeği burnunda cici ninem, vergi dairesinden emekliymiş. Annem deliriyor “cici ninemiz” deyince, ama ne diyelim! Dedemin kaçırdığı kız mı diyeceğiz, uzun uzun. Acaba nasıl tanıştılar? Dedem bir süredir evlenmek istiyorum, münasip bir hanım var diyormuş, ama dikkate almamış bizimkiler. “Münasip hanım” da çocuklarına söylemiş. Onlar ise izin vermemişler. Sanırım 70’lik aşıkların kaçması da bu sebepten. Polis, “ikisi de reşit ve aklı başında insanlar” gerekçesiyle işlem yapmamış, “Aramalarını bekleyin! ” demiş, müstehzi bir ifadeyle.

Trabzon’da kaosla ve araştırmayla geçen ilk günümün sonunda telefonuma kayıtlı olmayan bir numaradan mesaj geldi,

“Kızım müsait olunca ara.”

Dedem olduğunu anladım. Heyecandan elim ayağıma dolaştı. Evde, hatta yakınında bile konuşamazdım. Bir bahaneyle çıktım. Rize’de bir arkadaşının evindeymişler. Telefonumu tamamen kapattım, Rize’ye yola koyuldum. Neden öyle yaptım bilmiyorum. Duruma komedi ve trajedinin yanında bir de gizem katmak istedim herhalde. Dedemi ve çok merak ettiğim cici ninemi görecektim, yüreğim küt küt atıyordu. Ninenin ergen torunlarından biri, “Bu işi silahlar temizler, namus…” filan dediği için olabilir belki de. Namus davası yaparlar mı acaba?

Kapıyı dedem açtı. Arkadaşı evde yokmuş, İstanbul’daymış. Ev ise Rize’nin tepelerinden birinde, denize nazır bir apartmanın çatı katıydı. Salonunun ve balkonunun muhteşem bir Karadeniz manzarası var. Tam kız kaçırılacak ev. Hanım kızımız daha doğrusu ninemiz çok sempatik geldi bana. “Ailemize hoş geldiniz.” der gibi öyle candan sarıldım ki kendime şaşırdım. Dedeme de göz kırptım, “Aferin dede ya, güzel nineymiş!” der gibi. Neden öyle yaptım vallahi bilmiyorum. Üzerimde bir sevinme hali var ki kendi kendime şaşırıyorum. 35 yaşında ve hâlâ bekâr olunca kim evlense mutlu oluyorum.

Hoşbeş sohbetten sonra, “Gençler siz ne yaptınız! Ortalık yıkılıyor, annem gözaltına alında. Sizin de oğullarınızı bir gece tuttular.” İkisi de şaşkınlıkla birbirine baktı. Dedem sonra güldü,

Biraz hırgür çıkaracaklarını düşünüyorduk ama bu kadarını tahmin etmemiştim.

Muhteşem bir yaz gecesiydi. Deniz çarşaf gibi, arada bir tozunu atmak istercesine çırpınıyor, çaylar önümüzde, iki dingin ve âşık ruh ile aşktan, hayattan konuşuyorduk.

Argümanlarına bakar mısın kızım? Ölmekten söz ediyorlar hep. Sanki sadece yaşlılar ölüyor. Ve yaşlandıysan yaşamayacaksın kendini diri diri mevcut hayatının içine gömeceksin. Hatırlar mısın? Birlikte Kapadokya’ya gidelim dediğimde nasıl tepkiler gelmişti. Evet sizin gibi uzun yürüyüşler yapamam, bedenimin kapasitesi belli, ama ben de ona göre gezerim. Fakat çok ayıp şeymiş gibi bakıyor toplum yaşlı birinin gezmesine.

Konsere gitmek istediğinde de çok şaşırmıştık dede.

40’ını geçenlerin ikametgâhını mezarlıklar müdürlüğüne alıyorlar sanki. Sessiz ve korkulu olmalısın. Başında Azrail kılıcıyla bekliyor çünkü! Ben iyi tanıyorum Azrail’i, 35 yıldır başımda, çok eğlenceli bir melek. Elinde de çiçek var. (Gülüyoruz hepimiz) Bizim millet yaşlıların hayat neşesine dair her şey ayıplıyor. Ölümü bekleme halinde olmalı, en fazla torunlarıyla neşelenebilirsin. Halbuki yaşlılık hayatı yaşamanın tam zamanı değil midir?

Burada cici ninem konuşmaya başlıyor,

Ve bu ölümü bekleme halini dindarlık sanıyorlar…

Dedem heyecanla söze atlıyor,

Bana kalırsa yaşarken ölümü beklemek günah bile. Dinde emeklilik yok ki. Yaşadığın sürece çalışacaksın. ‘Yorulursan başka bir iş yap’ demiyor mu Allah. Boş boş yat değil yani. Hem Peygamber 40’ından sonra peygamber olmuş ve hayatının en aktif, hareketli dönemini yaşamış. Yahu sosyal devrim yapmış resmen. Biz peygamberin bu yaşlarını evde televizyon başında pinekleyerek geçiriyoruz. Gezmek, sevmek, giyinmek, şarkı dinlemek bize yasak.

Dede dünyada böyle değil. En çok yaşlılar geziyor.

Cici ninem dedi ki, Yeni kıyafet almaktan utanıyorum. “Ne gerek var.” diyorum. Hatta bir keresinde torunumla alışveriş yaparken espri yapmıştı, “Babaanne bunlar ölü yatırım!” Bu espri yapmasının üzerinden 20 yıl geçti. Ölümü sevgiliyi bekler gibi 20 yıl bekledim. Halbuki bu 20 yılda neler yapabilirdim. Kızım haysiyetimizi, 70 yıllık hayat geçmişimizi heba edercesine, böyle bir ergenliği aslında bu sebeple yaptık. Kendimize, bize verilen hayat nimetine saygımızdan yani. Bir düşün lütfen ne kadar sıkıcı ve depresif bir yaşlılık hayatı dayatması var. Yaşlılar ne yapabilir şu toplumda? Torun bakabilir belki ama çoğunlukla gündüz kuşağının kasvetinde boğulabilir ve en fazla komşuya gidebilir. Çoluk çocuk çok istemiyor zaten. Ha unutmayalım bir de kaplıcaya ve türbelere gidebiliriz.

Epey bir sessizlik oldu. Ben ne kadar haklı diye düşünüyordum. Onlar ne düşünüyorlardı bilmiyorum. Sessizliği cici ninem bozdu,

Çok pişmanım, üniversitede hoca olsaydım en azından ders veriyorum diye ölene kadar aktif bir çalışma hayatım olurdu. Parasında değilim, hayatın içinde olmak istiyorum sadece. Biz hayatımızı yaşamak istiyoruz. Evet yaşlıyız ama hayat sahibiyiz. Ve bu sahip olduğumuz hayatı ölümü bekleyerek, geçmişin ve hatıraların kucağında geçirmek istemiyorum. Yeni hatıralar biriktirmek istiyorum. İşin üzücü yanı bizim bunu yapabilecek imkânımız var ve sorgulayabiliyoruz bize dayatılanları. Ya buna imkânı olmayanlar… Yaşlılar o kadar garipler ki! Parklar evlerine sığamayan, yapacak bir şey bulamadığı için öylece oturan yaşlı bireylerle dolu. Televizyon karşısında vakit öldürmekten hastalanıyorlar. Yaşlıların hastalıkları bence çoğunlukla boşluktan. Ben dedenle tanıştıktan sonra çoğu ağrımdan kurtuldum. Yemin edebilirim, ilaçlarımı bıraktım. Birlikte hayatın şükrünü yapabiliyoruz. Ve kızım sevmenin, âşık olmanın yaşı yok. Şimdi âşık olduk diye geçmişimizi de silmiyoruz. Ve yeniden sevmek, sevilmek, 70 yaşında da olsa hayat kurmak niye ayıp olsun, niye bize yakışmasın!

Sustu, konuşamıyordu daha gözleri doldu, bellik gururuna dokunmuştu yaşananlar.

Cici ninemin elini tuttu dedem, sonra denize doğru baktı, öyle romantik bir andı ki, dedemden de romantik cümle bekliyordum ki,

Herkesin dedesinin bir kahramanlık hikâyesi vardır, senin de fıkrası oldu kızım. Anlatır durursunuz.

Üçümüz de aynı anda ve gözleri yaşlı halde kahkaha attık. Rize’de dolunayın aydınlattığı Karadeniz kıpır kıpırken gecenin 2’sinde iki yaşlı aşıkla ağlarken gülüyordum.

Ve dedim ki, “Tanrım bana da böyle yaşama sevinci ver. Cici Ninem, sanki yaşlıların hayatlarının önündeki sosyal otoritenin temsilcisi benmişim gibi bana döndü ve dedi ki,

Biz hayatımızı yaşamak istiyoruz. Hayat arkadaşlığımızı engellemeyin. Ölüm sizin olsun bize hayatı verin.

Bu “Yaşlılığa Hitap” gibi bir manifesto oldu, “Ölüm sizin olsun bize hayatı verin!” 

Hikaye: Gülizar Baki

Ve diyordu ki: “Siz hiç öldünüz mü? Ben öldüm, bir kere…Kronik gazetecilikten öldüm, yazarak yeniden doğuyorum… Annem kitaplar, babam yaralarım…”

Lapsus Dergi'ye [email protected] üzerinden ulaşabilir ve yayınlanmasını istediğiniz eserlerinizi gönderebilirsiniz.

Kalem Sürçmesi

lapsus dergi